Quantcast
Channel: Coşkun Çokyiğit
Viewing all 176 articles
Browse latest View live

T. C. Kültür ve Turizm Bakanı Sayın Ömer Çelik’e Açık Mektup

$
0
0
T.C. Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik.
Bugün bir e posta aldım bir okuyucumdan. Adını neden koymamış bilemiyorum. Ama benim yazılarımı okuduğu belli. Çünkü bunca yıldır festivaller için kaleme aldığım yazımların mantığına çok yakın bir mantığı var. Bu bakımdan ricasını kırmayarak, imlasına dokunmadan yayınlıyorum.

"Coşkun Bey,
Sinemayı çok seven bir insanım. Bütün filmleri izlemek tutkum yok ama, ülkemiz sinemasının iyi ürünlerin gördüğüm zaman çok mutlu oluyorum. Ancak bu festivallerde ödüllendirilen filmler ile ilgili ciddi bir sorun var. Festival filmleri sinema seyircisini sinemalardan uzaklaştırıyor. Amerikan sinemasının ekmeğine yağ sürüyor. Bu bakımdan Kültür ve Turizm Bakanı'na bir mektup yazdım. Eğer bloğunuzda yayınlarsanız çok sevinirim.

“Festivaller, ülkenin sinema sektörünün gelişmesine yardım etmiyor, festival izleyicisi ile yetinip, festivallerde alacağı ödül veya övgü ile tatmin olan bazı “kapalı çevre” sinemacılarını onurlandırıyorsa ortada büyük bir sorun var demektir. Bilhassa festivallerin ulusal bölümlerinin birer “kapalı çevre” yarışmaları haline getirilmeleri giderek kötü sonuçlar vermeye başladı.

“2000’li yıllardan itibaren Türkiye’de “dar çevre festivalcileri” diyebileceğimiz belirli sayıda insanın kontrol ettiği, yönettiği, kotardığı ulusal festivaller, sürekli olarak deneysel sayılabilecek, seyirci bulması neredeyse imkânsız, pek çok yönetmen, oyuncu, görüntü, laboratuar, seslendirme vs. hataları barındıran filmlere ödüller vererek mahalli ve uluslararası gösterimlerde seyirci bulamayan düşük profilli bir sinemanın oluşmasına zenim hazırladı. Bir ülkedeki devlet-belediye destekli film festivallerinin bu kadar kötü yönetilmesi, ön jürilerin festivallere gönderdiği filmlerin sıraladığım arızalara sahip “dar çevre sinema” filmlerinden oluşması önemli sorunların varlığını ortaya koymaktadır.

“Birini şu şekilde özetleyebilirim: Türkiye’de festivallerin teslim edildiği sözde bilirkişilerin aslında Türkiyeyi hiç bilmedikleri, sadece dünyanın çeşitli ülkelerindeki “soğuk savaş artığı zihniyetli sinemacılar” tarafından tertiplenen festivalleri taklit ettikleri gerçeği artık kabak gibi ortaya çıkmıştır.  Çok uzağa gitmeye gerek yok, mesela 2000’li yıllardan itibaren gerçekleştirilen ulusal yarışmalı film festivallerinde ödüllendirilen filmlerin görücüye çıktıktan sonra gişedeki hezimetleri bunu göstermektedir. Türk halkı âlâyı vâlâ ile festivallere seçilen, bazıları ödüllendirilen bu filmleri seyretmemektedir. Festival filmlerini seyretmeyerek açık ve net biçimde, “Ey dar çevre festivalcisi, ey festivaller için film yapan yönetmen-yapımcı, ey festivallere milyonlarca liralara harcayan yani benim vergilerimi, yol, park ve diğer uygarlık gereği hizmet kalemlerim için toplanan paraları kesip festival düzenleyen devlet, ey belediyeler! Bu filmler bana hitap etmiyor!” demektedir.
“Peki, o zaman film festivalleri düzenlemenin anlamı nedir? Bence bu soruyu bilhassa Kültür Bakanlığı, Belediyeler ve film festivallerini düzenleyen “dar çevre festivalcileri” bir araya gelip düşünmelidirler…

“Bilhassa Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanı olduktan sonra şu ana kadar sinema ile ilgili bir tasarrufta bulunmayan ve belki de ciddi bir araştırma-soruşturma içinde bulunan Sayın Ömer Çelik, “dar çevre festivalciliği”, “dar çevre sinemacılığı ve festival filmi üreticileri” ile bunların tutumunu şiddetle reddeden Türk seyircisi arasındaki denklemi gündemine almalıdır. Sayın Bakın Ömer Çelik, halkın yanında olmaktan imtina edip halka rağmen borusunu öttürenler ile de ilgilenmelidir…”

Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanı Sayın Ömer Çelik! Halk gözlerinizin içine bakarak sizden sinema ile ilgilenmenizi bekliyor.

Ben sadece aracılık ettim.

Ödül Alanlar Gayr-ı Resmi Olarak Açıklandı mı?

$
0
0
Reha Erdem
20. Adana Altın Koza Film Festivali bu gece yapılacak ödül dağıtma töreni ile resmen kapanacak ama HiltonSa lobisindeki yüzler değiştikçe kimlerin ödül alacağı konusu, gayrı resmi olarak açıklanmış gibi algılanıyor. Festivali yönetenlerin ödül ve konuk trafiğini iyi yönetemediği sonucu çıkıyor.
Örnek mi? Jin filminin yönetmeni Reha Erdem ödül Akşamı HiltonSA lobisinde boy gösterirken, Hayat Boyu filminin yönetmeni Aslı Özge ve başoyuncusu Defne Halman festivali bırakıp İstanbul'a dönenler kervanına katıldı. Soğuk filminin oyuncusu Şebnem Bozoklu da Adana'ya gelenler arasında.

Fatih Ayhan "Deli mi Ne" de kendini aşıyor!

Beyoğlu Kontu’ndan ‘Vampirler’ resim sergisi

$
0
0
Nam-ı diğer ‘Beyoğlu Kontu’ Giovanni Scognamillo’nun ‘Vampirler’ resim sergisi 28 Mart 2014’te Leonardo Sanat Galerisi’nde açılıyor. Açılışta Scognamillo’nun ‘Dehşetin ve Korkunun Kapıları’ isimli kitabı da yeni edisyonu ile okurlarıyla buluşturulacak.

Korku ve fantazyanın önemli kalemlerinden biri olan nam-ı diğer ‘Beyoğlu Kontu’ Giovanni Scognamillo, okurlarına ve sanatseverlere yeni sürprizler yapmaya devam ediyor.

Türk Sinema Tarihi, Dracula mito perenne/ Dracula Sonsuz Mitos, Fantastik Türk Sineması, Beyoğlu Kabusları ve Diğer Öyküler, Ziyaretçiler, Canavarlar Yaratıklar Manyaklar, Dehşet Öyküleri ve İstanbul Gizemleri gibi 50’nin üzerinde esere imza atan Scognamillo, korku ve fantastik meraklılarını bu kez de çizimleriyle buluşturuyor.

Scognamillo’nun 28 Mart 2014’te Leonardo Sanat Galerisi’nde açılışı yapılacak olan ‘Vampirler’ resim sergisinde sanatseverler; canavarların, kurbanların ve tabi sonsuz mitos vampirlerin ürkütücü dünyasında kaybolacak. Kan çiçekleri ile tasvir edilen vahşi ve gizemli ormanlar, ejderhalar, yarasalar ve dünyanın farklı ülkelerinden Meksikalı, Çinli, Mısırlı ve hatta uzaylı vampirleri resmeden sanatçı kendine has tekniği ile sanatseverleri dünyasına çekmeyi başarıyor.

Keçeli kalemle kağıt üzerine ‘dalga yöntemi’ adını verdiği bir teknikle resimlerini çizen Scognamillo’nun çalışmalarında özellikle kullandığı canlı renkler dikkat çekiyor. Sıcak ve soğuk tonları cesurca bir arada kullanan sanatçının ayrıca siyah beyaz eserleri de bulunmakta.

Resimlerini çizerken önceden herhangi bir şey tasarlamadığını söyleyen Giovanni Scognamillo, “Her şey çizme ihtiyacı ile başlıyor. Kağıdın başına oturduğumda çizmek istediğim görüntüler zihnimde beliriyor. Tıpkı bir filmin kareleri içindeymişim gibi görüntüler canlanıp hareket ediyor. Çocukluğumdan beri korku ve fantazyaya ilgi duyuyorum. Yabancısı olmadığım bir dünya ve ben bu dünyayı eserlerimle paylaşmaktan büyük mutluluk duyuyorum” dedi.

Scognamillo, eserlerinde kapitalist sisteme de bir gönderme yaptığını belirterek, “Aslında gerçek vampir kapitalist sistemin kendisi. Sorun şu ki, kaçıp sığındığımız fantazya mı gerçek, yoksa gerçek olduğunu sandığımız yaşadığımız dünya mı? Kaçımız bunun ne kadarının farkındayız?” diye konuştu.


28 Mart Cuma 2014’te gerçekleştirilecek ‘Vampirler’ resim sergisi açılışında ayrıca Scognamillo’nun Bilge Karınca Yayınevi’nce hazırlanan ‘Dehşetin ve Korkunun Kapıları’ isimli kitabı da yeni edisyonu ile okurlarıyla buluşturulacak.20 gün sürecek olan sergiyi meraklıları Leonardo Sanat Galerisi’nde 18 Nisan 2014’e kadar ziyaret edebilir.

Güzel ve Çirkin: görsel bir şölen!

$
0
0
Bu hafta gösterime giren filmlerden biri, Güzel ve Çirkin. Sinemaya ve TV dizilerine aktarılmaktan astarı ve yüzü eskiyen bu hikaye bu defa dijital efektlerle izleyiciyi harikalar diyarına götürüyor. Hikaye ne kadar bildik olursa olsun, teknolojinin yeniden ve görsel standardı yüksek bir biçimde ürettiği kareler adeta büyülüyor. Doğrusunu söylemek gerekirse ben keyifle seyrettim. Alt yazıları bile doğru dürüst okumadım çünkü peş peşe gelen kareler o kadar başarı ile özelleştirilmişti ki, her bir anı tablo gibiydi. Dijital bir tablo. Gözlerinize ziyafet vermek istiyorsanız, Güzel ve Çirkin'in bu yeniden çevirimini seyretmeyi ihmal etmeyin. 

Sayfayı büyütmek için çift tıklayınız!

Daima Birinciyim :))

$
0
0

33. İstanbul Film Festivali 4 Nisan Cuma akşamı Lütfi Kırdar'daki törenin ardından açılacak. 28 yıldır izlemeye çalıştığım festivalde bu yıl ilklere imza atmaya, festival çantamı ilk ben alarak başladım. Bakalım bugünden sonra nasıl fırsatlar çıkacak ve ilk olacağım? Meraktayım :))

Darren Aronofsky’nin Nuh: Büyük Tufan’ı Fos Çıktı

$
0
0
Russell Crowe, Darren Aronofsky'nin filminde
Nuh'tan çok Batman'in Jokeri'ni andırıyor!
Tarih, çiftçiler (Kabil-Kayin) ile çobanların (Habil-Hevel) kavgasının ürünüdür! Habil, Tevrat’a göre Tanrı’ya sunduğu sunusu beğenilmeyince, sunusu kabul edilen Kabil’i kıskanır ve onu, toprağı sürdüğü saban ile öldürülür... Tarihi takip ettiğimizde, topun Avrupalılarca bir kuşatma silahı değil, meydan muharebesinde çok işlevli biçimde kullanılabilecek kadar geliştirilmesine kadar, çiftçi-çoban savaşları denklemi devam etti! Dar bir çevreye bağlı toprak işçisi çiftçilerin kapalı ve tutucu dünyaları, üretim biçimlerine karşılık hayvanları ile otlak-su peşinde gezmek zorunda olan çobanların yeryüzündeki sınır tanımaz özgür yolculuğu ve üretim biçimlerinin farklılığı, Âdem'in torunlarının ebedi düşmanlık sebeplerinden biri olageldi! Nitekim Kabil’in Tanrıya sunduğu sunu, topraktan elde ettiği ürünlermiş... Buna karşılık çoban Habil, sürüsündeki en iyi hayvanı keserek etin en yağlı kısmını sunmuş Tanrısına!
Denklem bu şekilde sürüp gidecekken insanoğlu çoğalır ve bir çevreye toplanmış kalabalıkların hayatları tamamen kirlenir. Zina, katil, sınır tanımaz vahşet Âdemoğullarını kuşatır. Kendi suretinden yarattığı insanın düşkünlüğüne çok öfkelenen Tanrı, onları cezalandırmaya karar verir. Âdem’in oğullarından Seth’in neslinden gelen (Seth, Enoş, Kenan, Mahalalel, Yared, Enoh, Metuselah, Lameh/k, Nuh ve onun oğulları: Sam, Ham, Yafes) Nuh, Tanrı tarafından seçilir. Tanrı, salih amelli insanları, günahsız hayvanatı kurutması için ona bir gemi yapmasını vahyeder... Nuh böylece Tufan'dan hayvan neslini ve kendi temiz ailesini kurtararak ikinci Adem olma şerefini kazanır. O Tanrı’nın bir peygamberi olarak bu imtihanı başarı ile yerine getirir...

Fakat iş sinemaya gelince değişir. Hollywood, "Nuh der, peygamber demez"! Tevrat, İncil ve Kuran’da kutsal bir sınavın kıssası olarak anlatılan Tufan hadisesi, pek çok zaman bir yalanlaştırma makinesi gibi çalışan Hollywood'un bir yönetmeni elinde, içeriği, tarihi ve dini bağlamı boşaltılmış yani fos bir fantazyaya indirgenir. Günümüz sinema seyircisinin entertainment sinemasından beklentileri doğrultusunda, yani endüstriyel trük ve kalıplarla özgünlüğü kendinden menkul sıradan bir daramaya dönüştürülür... IMEX 3D formatının bütün imkânları kullanarak görme ve işitme duyularımız vasıtasıyla izleyiciyi üç saate yakın bir süre tutsak eden Nuh: Büyük Tufan’ın tutarlı tek yanı, saçmalamak konusundaki ısrarı şeklinde ifade edilebilir.

Darren Aronofsky’nin öyküsü, “Başlangıçta hiçbir şey yoktu!” gibi absürt bir aforizmayla başlıyor. Görüntüler aktıkça ve hikaye ilerledikçe “Filmin içinde ve sonunda da bir şey yoktu ki!” aforizması anlağımızda IMAX formatında beliriyor..

Büyük tarihi karakterlerin ünlü oyuncusu Russell Crowe, Nuh (Noah) rolü ile salih amelli, ümmetinin kurtuluşu için her türlü fedakârlığı yapacak bir Peygamber’i canlandırmak şöyle dursun, Batman’in karanlık, anarşist, katil ruhlu karakteri Joker gibi nekrofili (ölüm-sevici) bir anti kahramanı yani bir stero-typ"i canlandırıyor. Gökten düşüveren bir damlanın çiçeğe dönüşüp ansızın büyümesi gibi bir takım işaretler dışında Nuh"a vahiy geldiğine dair, filmin bir göndermesi de yok! 

800-900 yıl yaşamış Nuh’un büyükbabası Methuselah rolündeki Anthony Hopkins ise sefil bir mağarada bu kadar yaşamış olmaktan sıkılan bir ihtiyardan çok, şu dibi başı belirsiz filmin çekimleri bitiverse de güzel evime dönsem bıkkınlığında bir oyun sergiliyor...

Diğer oyunculara gelince: Ne Emma Watson (İla), Logan Lerman (Ham), Douglas Booth (Shem), Nick Nolte (Samyaza) ve ne diğerleri... Kalabalık sahnelerdeki figüranlar... Bir peygamber ve dünyanın görüp görebileceği en büyük felaket ile karşı karşıya oldukları, olacakları havasını verebiliyorlar. Başta da söylediğim gibi son derece fabrikasyon Hollywood işi filmde arzı endam ediyorlar. Çok yazık!

Darren Aronofsky, evet, filmi ile kendine özgü bir Nuh yorumu yarattığını iddia ediyor. Bunun için gediklerle dolu bir senaryoya bile katlanıyor! Mesela Tubal-cain (Ray Winstone) gemiye baltası ile bir delik açıyor, iri yarı bu adam bu delikten sığdığı halde, iğne deliğinden sızabilen su, gemiye giremiyor... gibi fiziki kusurlar bir yana, hiçbir efsanede (Sumer dönemi) veya kutsal kitapta iması bile olmayan böyle zırva bir kaçak yolcu öykücüğü geliştiriyor. Neden? Çünkü öykünün, son yarım saat-kırk beş dakikası boyunca izleyici, "İçeri sızan bu yılan ne zaman güçlenip Nuh’u sokacak?" diye merak etmeli ki sıkılanlar olmasın! 

Endüstriyel sinemanın en çok izlenebilmek (gişe) kaygısı, özgün hikayeleri bile birer zırvaya dönüştürecek kadar sinema sanatını kirletiyor ve yalanlaştırıyor. 

Bence bu kadar emeğe yazık olmuş. Muhtemelen Nuh filmini milyonlarca kişi seyredecek ama sonra birkaç paket tuzlu, hidrojenize yağlı cips ve çok şekerli meşrubat içip mide fesadına uğramış gibi olacaklar
...

33. İstanbul Film Festivali Başladı

$
0
0
İstanbul Kültür Sanat Vakfı tarafından onuncu defa Akbank desteğiyle düzenlenen 33. İstanbul Film Festivali açılış töreni, 4 Nisan Cuma akşamı Lütfi Kırdar Uluslararası Sergi ve Kongre Sarayı’nda yapıldı. Meltem Cumbul'un sunduğu 33. İstanbul Film Festivali Açılış Töreni'nde önce festival için özel olarak hazırlanan tanıtım filminin gösterimi yapıldı. Törende ayrıca, on yıldır festivalin sponsorluğunu üstlenen Akbank olmak üzere festivalin gerçekleştirilmesine katkıda bulunan kurum ve kuruluşlara teşekkür edildi.  Festival bölümleri tanıtıldı: Türkiye’de sinemanın 100. yılına özel olarak hazırlanan “Bu İkiliye Dikkat” bölümü sunuldu. Sonra festivalin Altın Lale Uluslararası ve Ulusal Yarışma filmleriyle FACE Sinemada İnsan Hakları Ödülü için yarışacak filmler takdim edildi. Alain Resnais ve Tuncel Kurtiz gibi vefat eden sinema dünyasının sevilen isimleri anıldı. Festivalin “Sinema Onur Ödülleri”, Türk sinemasına yıllar boyu emek vermiş altı değerli isme verildi. 


Festivalin ilk Onur Ödülü, tiyatro ve edebiyat alanında verdiği eserlerin yanı sıra Düttürü Dünya, Çöpçüler Kralı, Hababam Sınıfı, Postacı, Kapıcılar Kralı gibi birçok filmin senaryosuna imza atan, Türkiye sinemasına yıllar boyu emek vermiş senarist Umur Bugay'a verildi. Ödülünü, Bugay'ın yıllar boyu senaristliğini üstlendiği Yazlıkçılar ve Bizimkiler dizilerinin oyuncularından Meral Çetinkaya takdim etti. 

Yılmaz Güney’in menajeri olarak başladığı sinema kariyerinde kısa sürede Türkiye sinemasının en başarılı yapımcılarından biri olarak önemli işlere imza atan, Yılmaz Güney ile birlikte kurucusu olduğu Güney Film'in ardından Umut Film'i kuran, Yılanı Öldürseler, Muhsin Bey, Umut gibi birçok filmin efsane yapımcısı Abdurrahman Keskiner'e ödülünü başarılı oyuncu Menderes Samancılar takdim etti.

Festivalin üçüncü Onur Ödülü ise, Cazibe Hanımın Gündüz Düşleri, Fazilet, Rumuz: Goncagül ve Mum Kokulu Kadınlar gibi filmleriyle hafızalarımızda yer etmiş yönetmen, senarist ve yapımcı İrfan Tözüm'e verildi. Ödülü, Tözüm'ün İkili Oyunlar filminde birlikte çalıştığı tiyatro ve sinema oyuncusu Zeliha Berksoy takdim etti. İrfan Tözüm adına ödülünü, eşi Melike Tözüm aldı.

Başta Sezen Aksu, Nil Burak, Onno Tunç, Ajda Pekkan ve Melike Demirağ olmak üzere, çok sayıda müzisyenle çalışmış, Fahriye Abla, Muhsin Bey, Anayurt Oteli, Arabesk, Ağır Roman ve Teyzem gibi filmlere besteleriyle hayat veren Attila Özdemiroğlu'na Sinema Onur Ödülü'nü uzun yıllar birlikte çalıştığı Melike Demirağ takdim etti. 

16 yaşında başladığı sinema serüvenine, Türk sinemasının “altın çağı” olarak kabul ettiğimiz 60’larda, yılda yirmi dört film gibi rekor bir sayıyla devam eden; Yılmaz Güney’den Halit Refiğ’e, Atıf Yılmaz’dan Metin Erksan’a, Ömer Kavur’dan Feyzi Tuna’ya, Türk sinemasının usta yönetmenlerin neredeyse hepsiyle çalışmış ünlü oyuncusu Sevda Ferdağ'ın ödülünü yazar Selim İleri verdi. 

Festivalin son Onur Ödülü, Türk sinemasının vazgeçilmez karakter oyuncularından, 200’e yakın filmde rol almış, Namus Uğruna'nın yakışıklı delikanlısından, Hanım'ın duygusal kaptanına, Güle Güle'nin Celal’ine birbirinden farklı rollerde aynı ustalığı sergileyen oyuncu Eşref Kolçak'a takdim edildi. Eşref Kolçak'a ödülünü, Güle Güle filmindeki rol arkadaşı, usta oyuncu Yıldız Kenter takdim etti. 

33. İstanbul Film Festivali’nin Açılış Töreni, NTV ekranlarından canlı olarak yayınlandı. Tören boyunca büyük ekrandan, sahneye çıkan sanatçılara eşlik eden video klipler, İKSV Stüdyo ekibi Selçuk Metin ve Erman Pehlivan tarafından hazırlandı. Törenin sahne yönetmenliğini ise Yekta Kara üstlendi. 

Açılış töreninin ardından 33. İstanbul Film Festivali, ünlü İngiliz yönetmen Stephen Frears’ın, başrollerini Steve Coogan ve Judi Dench'in paylaştığı, birçok dalda Oscar adayı olan son filmi Philomena / Umudun Peşinde'nin gösterimiyle başladı. Umudun Peşinde festivalin “Akbank Galaları” bölümü kapsamında izleyicilerle buluşacak. 

Festival 5 Nisan Cumartesi günü başlıyor; İstanbul’da 16 gün sinema var! 

5 Nisan Cumartesi günü ilk gösterimlerle başlayacak 33. İstanbul Film Festivali, 20 Nisan’a kadar Beyoğlu Atlas, Beyoğlu Beyoğlu, Pera Müzesi, İstanbul Modern, Citylife City’s, Ortaköy Feriye ve Kadıköy Rexx olmak üzere 8 salonda izleyicilerle buluşacak. Festival, sinemaseverlere 20’nin üzerinde bölümde 200’ü aşkın filmin yanı sıra usta sinemacıların katılacağı söyleşiler, atölye çalışmaları ve sinema dersleriyle dolu dolu iki hafta yaşatacak. 

Sinemaseverler bu yıl festival programına festivalin resmi web sitesi film.iksv.org’un yanı sıra İKSV Mobil uygulamasından da ulaşabilecek. Vodafone Red’in katkılarıyla geliştirilen İKSV Mobil uygulaması AppStore ve Google Play’den ücretsiz olarak indirilebiliyor. Festivalle ilgili gelişmeler, festivalde yarışacak filmlerin yönetmenleriyle röportajlar ve daha birçok güncel bilgi ise, festivalin Facebook ve Twitter sayfalarına ek olarak istfilmfest.tumblr.com adresindeki festival blogundan takip edilebilecek.

Festivalin ilk haftasonunda, yönetmen ve oyuncuların katılımıyla gerçekleştirilecek gösterimlere ve söyleşilere dikkat! Festivalin, Türkiye’de sinemanın 100. yaşına özel hazırladığı “Bu İkiliye Dikkat” bölümüne paralel olarak düzenlediği "Türkiye'de Sinemada Neler Oluyor?" söyleşi dizisinin ilki “Türk Sinemasında Fantastik ve Korku” söyleşisi, 5 Nisan Cumartesi günü saat 16.00’da, Engin Ertan ve Can Evrenol’un katılımıyla İstanbul Modern’de yapılacak. Kazım Öz ve Emin Alper’in konuşmacı olduğu "Politik Sinemamız Ne Durumda?" söyleşisi ise 6 Nisan Pazar günü 16.00'da İstanbul Modern’de yapılacak. Söyleşilerin yanı sıra 6 Nisan Pazar günü dört filmin gösterimine filmlerin yönetmen ve oyuncuları da katılıyor. Ningen filminin yönetmenleri Çağla Zencirci ve Guillaume Giovanetti, Feriye Sineması saat 13.30; Bir Tuğra Kaftancıoğlu Filmi'nin yönetmenlerinden Emre Akay Beyoğlu Sineması saat 16.00; Şiddet Güzeli filminin yönetmeni Alexandros Avranas ve oyuncusu Eleni Rossinou Atlas Sineması saat 19.00, Medealar filminin yönetmeni Andrea Pallaore ise Feriye Sineması saat 19.00 gösteriminde izleyicilerle buluşacaklar. 


33. İSTANBUL FİLM FESTİVALİ YAŞAM BOYU BAŞARI ÖDÜLÜ POLONYALI YÖNETMEN ANDRZEJ WAJDA’YA

$
0
0
33. İstanbul Film Festivali Yaşam Boyu Başarı Ödülü’nü bu yıl tarih, savaş ve insan yazgısı kavramlarını sık sık yapıtlarına konu eden Polonyalı usta yönetmen Andrzej Wajda alacak. Sağlık sorunlarından ötürü İstanbul’a gelemeyecek olan Wajda’nın ödülünü, yönetmenin festival programında “Ustalar” bölümünde yer alan Walesa: Man Of Hope / Walesa filminin başrol oyuncusu Robert Wieckiewicz alacak. Ödül, 12 Nisan Cumartesi günü saat 16.00’da filmin Atlas sinemasındaki gösteriminden önce İstanbul Film Festivali Direktörü Azize Tan tarafından verilecek. Andrzej Wajda ise teşekkürlerini salonda gösterilecek kısa bir video ile iletecek.


Çağdaş Polonya sinemasının öncüsü Andrzej Wajda, daha çok kendi kontrolleri dışındaki toplumsal veya siyasal olayların kıskacına yakalanmış insanların açmazını sinemaya aktarmasıyla biliniyor. Polonya’da yeni bir kültürel ve siyasal iklim yaratılmasına katkıda bulunan Wajda, İkinci Dünya Savaşı’nda, Katyn katliamı sırasında öldürülen bir süvari subayının oğluydu. Henüz 16 yaşındayken Direniş’e katılan Wajda, savaş bitince Krakow’da güzel sanatlar okuyarak ardından Lodz Sinema Okulu’nda eğitimine devam etti. Pokolenie / Bir Kuşak (1954) adlı ilk filmiyle başlayıp Varşova Ayaklanması hakkında yapılan ilk film Canal / Kanal (1956) ile devam eden ve başyapıtı Popiół i diament / Küller ve Elmas (1958) ile tamamlanan üçlemesi, savaşın yol açtığı toplumsal ve psikolojik acıları anlatıyor. Bu filmleriyle Polonya ekolünü başlatan Wajda, ilk kez diğer ülkelerin seyircilerine de ulaşmayı başararak, 1970’ler başında kendi film birimi “X”i kurdu. Agnieszka Holland ve Ryszard Bugajski’nin de aralarında olduğu genç sinemacıları çevresine toplayan yönetmen, siyasi olarak “zor” sayılan projeleri hayata geçirmek için kendi uluslararası saygınlığından yararlandı. Wajda, 2000 yılında sayısı 35’i aşan filmleri için Onur Oscar’ına layık görüldü.

Film Festivali bu yıl, Polonya–Türkiye arası diplomatik ilişkilerinin tesisinin 600. yıldönümü ile ilgili kutlamaların kültür programı çerçevesinde, Adam Mickiewicz Enstitüsü'ne bağlı bir dijital platform olan Culture.pl ile işbirliği içinde, Polonya filmlerine ve Polonyalı sinemacılara ayrı bir yer ayırıyor. Bu kapsamda ünlü yönetmen Andrzej Wajda’nın son filmi Walesa: Man of Hope / Walesa da, festival programının “Ustalar” bölümünde ilk kez İstanbullu sinemaseverlerle buluşacak. Walesa: Man Of Hope. / Walesa’nın diğer gösterimleri 14 Nisan Pazartesi günü 13.30’da ve 20 Nisan Pazar akşamı 19.00’da Nişantaşı Citylife (City’s)’de olacak. 

Efsane yönetmen Andrzej Wajda’nın Robert Wieckiewicz, Agnieszka Grochowska ile Iwona Bielska’nın başrollerini paylaştığı son filmi Walesa: Man Of Hope / Walesa, Nobel Barış Ödülü sahibi Lech Walesa’nın haklarını savunan bir dok işçisinden önce Dayanışma Sendikası liderliğine, oradan Polonya’nın cumhurbaşkanlığına uzanan benzersiz yolculuğunun hikâyesini anlatıyor. Polonya’nın En İyi Yabancı Film Oscar adayı olan ve ilk gösterimini Venedik Film Festivali’nde yapan Walesa, sinema eleştirmenleri tarafından da yılın en iyi politik filmlerinden biri olarak gösteriliyor. 

İstanbul Film Festivali ödülleri sahiplerini buluyor

$
0
0
İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından onuncu kez Akbank’ın desteğiyle düzenlenen İstanbul Film Festivali’nin 33’üncüsü, 19 Nisan Cumartesi akşamı 20.00’de Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda düzenlenecek ödül töreniyle sona eriyor.
 
33. İstanbul Film Festivali Ödül Töreni’nde, İstanbul Film Festivali’nde bu yıl Ulusal ve Uluslararası Yarışmalarda Altın Lale Ödülü’ne layık görülen filmler açıklanacak. Gecede ayrıca, Altın Lale Ulusal Yarışma bölümünden seçilecek En İyi Yönetmen, Jüri Özel Ödülü, En İyi Kadın Oyuncu, En İyi Erkek Oyuncu, En İyi Senaryo, En İyi Görüntü Yönetmeni, En İyi Kurgu ve En İyi Özgün Müzik ve takdim edilecek.
 
Ödül Töreni’nde ayrıca, Uluslararası Sinema Eleştirmenleri Birliği (FIPRESCI) Ödülleri, “Sinemada İnsan Hakları” bölümünden bir filme verilecek olan Avrupa Konseyi Sinema Ödülü (FACE) ve Radikal Halk Ödülleri de sahiplerini bulacak.
 
Gecede, İstanbul Film Festivali kapsamında, genç yaşta kaybettiğimiz yönetmen ve yapımcı Seyfi Teoman anısına geçen yıldan beri verilmeye başlanan Seyfi Teoman En İyi İlk Film Ödülü de sahibinin olacak.
 
İstanbul Film Festivali, popüler ve nitelikli film yapımcılığında 40. yılını kutlayan Fransız yapım şirketi MK2’nün kurucusu, yönetmen ve yapımcı Marin Karmitz’e de Sinema Onur Ödülü’nü takdim edecek.
 
33. İstanbul Film Festivali ödül töreninin ardından festival, Uluslararası Yarışma’da Altın Lale Ödülü’nü kazanan filmin gösterimi ile sona erecek.

Festival bitti

$
0
0
İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından onuncu kez Akbank’ın desteğiyle düzenlenen İstanbul Film Festivali’nin 33’üncüsünün ödülleri, 19 Nisan Cumartesi gecesi Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda yapılan ödül töreninde sahiplerini buldu.
 
Tülin Özen’in sunuculuğunu üstlendiği 33. İstanbul Film Festivali Ödül Töreni, CNN Türk’ten canlı olarak yayınlandı. Festivalle ilgili hazırlanan kısa filmin ardından, Uluslararası Film Eleştirmenleri Federasyonu (FIPRESCI), yazar, eleştirmen, çevirmen, tarihçi Giovanni Scognamillo’ya, 85. yaşgünü ve sinema tarihine katkılarından ötürü bir plaket takdim etti. Sinema Yazarları Derneği SİYAD'ın girişimiyle sunulan plaketi Giovanni Scognamillo’ya, FIPRESCI ve SİYAD Başkanı Alin Taşçıyan verdi.
 
Törende ayrıca Marin Karmitz’e İstanbul Film Festivali Sinema Onur Ödülü takdim edildi. Karmitz’e ödülünü İstanbul Film Festivali direktörü Azize Tan sundu.
 
Altın Lale Uluslararası Yarışma Ödülleri
 
Başkanlığını yönetmen Asghar Farhadi’nin üstlendiği Altın Lale Uluslararası Yarışma Jürisi’nde oyuncu Defne Halman, yönetmen Philippe Le Guay, yapımcı ve İngiltere Ulusal Sinema-TV Okulu direktörü Lynda Myles ve senarist Răzvan Rădulescu yer aldı. Altın Lale için bu yıl Uluslararası Yarışma’da 12 film yarıştı.
 
Şakir Eczacıbaşı anısına verilen Uluslararası Altın Lale Ödülü, Eczacıbaşı Topluluğu tarafından 25 bin avro para ödülüyle destekleniyor. Bu ödülün 10 bin avrosu Altın Lale’yi kazanan filmin yönetmenine, 10 bin avrosu filmin Türkiye’deki dağıtımını üstlenecek firmaya, 5 bin avrosu ise Jüri Özel Ödülü’nü kazanan filme veriliyor.
 
Şakir Eczacıbaşı anısına verilen Uluslararası Yarışma Altın Lale Ödülü’ne bu yıl, Eskil Vogt’un yönettiği Blind / Körlük layık görüldü. Uluslararası Yarışma Jüri Başkanı Asghar Farhadi’nin açıkladığı filmin yönetmeni Eskil Vogt’a Eczacıbaşı Topluluğu’nun para ödülünü, Eczacıbaşı Holding Kurumsal İletişim ve Sürdürülebilir Kalkınma Direktörü İlkay Yıldırım Akalın takdim etti.
 
Răzvan Rădulescu’nun açıkladığı Altın Lale Uluslararası Yarışma Jüri Özel Ödülü, Joanna Kos-Krauze ve Krzysztof Krauze’nin yönettiği Papusza / Taş Bebek adlı filme verildi.
 
Altın Lale Ulusal Yarışma Ödülleri
 
Altın Lale Ulusal Yarışma jüri başkanlığını bu yıl yönetmen Derviş Zaim üstlendi. Altın Lale Ulusal Yarışma Jürisi’nin diğer üyeleri ARTE Dışalımlar Sorumlusu Karen Byot, yazar Hakan Günday, Wroclaw T–Mobile Yeni Ufuklar Film Festivali Sanat Direktörü Joanna Lapiska ve oyuncu Nadir Sarıbacak. Ulusal Yarışma’da bu yıl Altın Lale için yarışan 10 filmin 4’ü dünya, 3’ü ise Türkiye prömiyerini festivalde yaptı.
 
Ulusal Yarışma’da En İyi Film dalında Altın Lale Ödülü’ne, Tayfun Pirselimoğlu’nun yönettiği Ben O Değilim filmi layık görüldü. Filmin ödülünü Tayfun Pirselimoğlu’na, Altın Lale Ulusal Yarışma Jüri Başkanı Derviş Zaim sundu.
 
En İyi Yönetmen dalında Altın Lale, İtirazım Var filmiyle Onur Ünlü’ye verildi. Onur Ünlü ödülünü Derviş Zaim’den aldı.
 
Ulusal Yarışma’da Altın Lale’yi kazanan filme 150.000 TL, En İyi Yönetmen’e 50.000 TL para ödülü veriliyor.
 
Onat Kutlar anısına verilen Jüri Özel Ödülü’ne Kazım Öz’ün yönettiği He Bû Tune Bû / Bir Varmış Bir Yokmuş adlı film layık görüldü. Jüri Özel Ödülü festivalin “Türkiye Sineması” tema sponsoru Anadolu Efes tarafından verilen 60.000 TL tutarındaki para ödülüyle destekleniyor. Ulusal Yarışma Jüri Üyesi Nadir Sarıbacak’ın açıkladığı ödülü, filmin yapımcısı Kazım Öz’e, Anadolu Efes Tüketici Etkileşimi Grup Müdürü Emre Topsakaloğlu takdim etti.
 
En İyi Kadın Oyuncu Ödülü Ayhan Hanım filmindeki rolüyle Vahide Perçin’in oldu. Oyuncuya ödülünü geçen senenin En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nün sahibi Ercan Kesal takdim etti.
 
Bu yıl Altın Lale Ulusal Yarışma Jürisi’nin seçtiği En İyi Erkek Oyuncu, İtirazım Var filmindeki rolüyle Serkan Keskin oldu. Serkan Keskin’e ödülünü, Uluslararası Yarışma jüri üyesi, oyuncu Defne Halman takdim etti.
 
En İyi Erkek Oyuncu ve En İyi Kadın Oyuncu ödüllerini kazananlara 10.000’er TL para ödülü veriliyor.
 
Ulusal Yarışma’da En İyi Senaryo Ödülü, Ben O Değilim filmiyle Tayfun Pirselimoğlu’na verildi. Ödülü, Tayfun Pirselimoğlu’na ulusal yarışma jüri üyesi, yazar Hakan Günday takdim etti.
 
Ulusal Yarışma’da En İyi Görüntü Yönetmeni ödülü, Silsile filmiyle Ahmet Sesigürgil’e verildi. Ödülü filmin yapımcılarından Faruk Özerten’e, FACE Jüri Üyesi Özgür Mumcu takdim etti.
 
Ulusal Yarışma’da En İyi Müzik Ödülü’nü Were Denge Min / Sesime Gel filmiyle Ali Tekbaş, Serhat Bostancı, A. İmran Erin ve Ben O Değilim filmiyle Giorgos Komendakis paylaştı. Kazananlar ödüllerini 33. İstanbul Film Festivali açılış töreninde Sinema Onur Ödülü takdim edilen, müzisyen Attila Özdemiroğlu’nun elinden aldı.
 
Ulusal Yarışma’da En İyi Kurgu Ödülü’nü Şarkı Söyleyen Kadınlar filmiyle Reha Erdem kazandı. Ödülü Claudine Avetyan’a, Fransız ARTE televizyon kanalı, Dış Alımlar Müdürü, ulusal yarışma jüri üyesi Karen Byot takdim etti.
 
Seyfi Teoman En İyi İlk Film Ödülü
 
Genç yaşta kaybettiğimiz yönetmen ve yapımcı Seyfi Teoman anısına verilen ve jürisinde geçen yıl Oh Boy / Eyvah filmiyle festivale konuk olan yönetmen Jan Ole Gerster, oyuncu Taner Birsel ile Çoğunluk filminin yönetmeni Seren Yüce’nin yer aldığı Seyfi Teoman En İyi İlk Film Ödülü de sahibini buldu.
 
Festivalin Altın Lale Uluslararası ve Ulusal Yarışmaları’nın yanı sıra, Türkiye Sineması bölümünde yer alan Yarışma Dışı ve Yeni Türkiye Sineması kuşakları ile Sinemada İnsan Hakları bölümünde gösterilen Türkiye yapımı tüm ilk filmlerin aday olabildiği ödülün sahibine, CMYLMZ Fikirsanat aracılığı ile 30.000 TL’lik ödül verildi. Jan Ole Gerster’in açıkladığı, Seyfi Teoman En İyi İlk Film Ödülü’nü kazanan Nergis Hanım filminin yönetmeni Görkem Şarkan’a ödülünü CMYLMZ Fikirsanat adına Can Yılmaz takdim etti.
 
Avrupa Konseyi Sinema Ödülü “FACE”
 
Sinemada İnsan Hakları Yarışması’nın jürisinde, geçen yıl Syngue Sabour / Sabır Taşı adlı filmi ile İnsan Hakları Yarışması’nda FACE Ödülü’nü alan Atiq Rahimi, Eurimages Yürütücü Direktörü Roberto Olla, Avrupa Konseyi Genel Sekreter Danışmanı Leyla Kayacık ile gazeteci yazar Özgür Mumcu yer aldı.
 
Sinemada İnsan Hakları Yarışması’nda Avrupa Konseyi ve Eurimages işbirliğiyle yalnızca İstanbul’da verilen FACE ödülü heykelciği ve 10.000 Avro’luk para ödülü’ne Rithy Panh’ın yönettiği L’image manquante / Eksik Resim adlı film layık görüldü.
 
Sinemada İnsan Hakları yarışmasında Özel Mansiyon’u, Maria Binder’in yönettiği Trans X İstanbul aldı.
 
Sinemada İnsan Hakları Yarışması’nın Jüri Başkanı Atiq Rahimi’nin açıkladığı ödülleri, Avrupa Konseyi Genel Sekreter Danışmanı Leyla Kayacık takdim etti.
FIPRESCI Ulusal ve Uluslararası Yarışma Ödülleri
 
Uluslararası Film Eleştirmenleri Federasyonu FIPRESCI, bu yıl da İstanbul Film Festivali kapsamında iki ödül verdi. FIPRESCI Ödülleri Uluslararası Yarışma’da Iain Forsyth ile Jane Pollard’ın yönettiği 20,000 Days on Earth / Dünyada 20.000 Gün, Ulusal Yarışma’da Kazım Öz’ün yönettiği He Bû Tune Bû / Bir Varmış Bir Yokmuş’a takdim edildi. Ödülleri FIPRESCI jürisi üyesi Janet Barış açıkladı.
 
Başkanlığını İspanya’dan Nando Salvá’nın yaptığı FIPRESCI jürisinde Almanya’dan Heike–Melba Fendel, Romanya’dan Angelo Mitchievici, Bulgaristan’dan Olga Markova ve Türkiye’den Janet Barış ile Murat Emir Eren yer aldı.
 
Radikal Gazetesi Halk Ödülü
 
Radikal Gazetesi tarafından verilen Halk Ödülü, hem uluslararası hem de ulusal yarışmada izleyicilerin oylarıyla belirlenen filmlere verildi. Halk Ödülü’nü, Uluslararası Yarışma’da Xavier Dolan’ın Tom à la ferme / Tom Çiftlikte filmi, Ulusal Yarışma’da Hüseyin Karabey’in Were denge min / Sesime Gel filmi kazandı. Kazanan filmlere ödüllerini Radikal Gazetesi Yan Yayınlar Koordinatörü Cem Erciyes verdi.
 
Cineuropa.org Ödülü
 
İstanbul Film Festivali Cineuropa.org Ödülü’nü sinema yazarı Vladan Petkovic belirledi. Sanatsal açıdan değeri tartışmasız olan, bunun yanı sıra karşılıklı iletişimi destekleyen ve birleştirici özellik taşıyan filmlere verilen Cineuropa.org Ödülü’nü, Türkiye Sineması Ulusal Yarışma’da yer alan, Hüseyin Karabey’in yönettiği Were denge min / Sesime Gel filmi kazandı.
 
33. İstanbul Film Festivali ödül töreninin ardından konuklar, festivalin Uluslararası Yarışma bölümünde Altın Lale Ödülü’nü kazanan, Eskil Vogt’un yönettiği Blind / Körlük filmini izlediler.
 
33. İstanbul Film Festivali’nin kapanış etkinlikleri, Martı İstanbul Hotel’de Anadolu Efes’in ev sahipliğinde düzenlenen kapanış buluşmasıyla devam etti. Etkinliğe festivalin ulusal ve uluslararası konukları, Altın Lale için yarışan filmlerin oyuncu ve yönetmenleriyle, sinema dünyasının seçkin isimleri katıldı.

Fahrettin Sepetçioğlu, "Dünü, bugün çizdim!"

$
0
0
Nilgün Şensoy Kültür ve Sanat Evi tarafından gerçekleştirilecek olan tuval üzerine hat denemelerinden oluşan sergi, Tophane-i Amire’nin Tek Kubbe salonunda, 7 Mayıs-18 Mayıs tarihleri arasında sanatseverlere kapılarını açık tutacak... Öğrencilik yıllarından itibaren dünyanın en itibarlı sanatçıları ile çalışarak itibar gören eserlere imza atan Fahrettin Sepetçioğlu’nun sanat yolu, 1969 yılında tanıştığı Prof. Josef Albers’ın kendisine “Resimde öz kültür’üne dönmesini, öz kültüründe araştırmalar ve resimler yapmasını” sağlık vermesi ile milli kültür ana akımına doğru aktı. 1980 yılından itibaren, öz kültürüne ve soyut resimlere yönelen Sepetçioğlu sanat hayatının akışını şöyle dile getiriyor: “Türk Osmanlı hat sanatı ve Arap tipografisi üzerinde çalışmalara başladım. Bu konuda en eskilere kadar gittim. Arap yazısının künhüne vakfı almaya çalıştım. 2000’in üzerinde taslak çalışması çizdim. 2000 yılında Prof. Erwin Hauer’in ısrarı ile Osmanlı Hat Sanatı ve Arap Tipografisini çağdaş yorumu ile tuvale taşıyarak günümüze getirdim. Bu çalışmalarımın taçlanması ise 2006 yılında Geleneksel Türk Sanatları Uzmanı Koleksiyoner ve M.S.G.S.Ü.’de Öğretim Görevlisi Nilgün Şensoy ile tanışmam sayesinde oldu. Nilgün Hanım’ın hat sanatımıza olan aşırı tutkusu beni çok etkiledi. 2007 yılından itibaren hattın çağdaş yorumu konseptinde yaptığım eserlerimi sadece Nilgün Şensoy Kültür ve Sanat Evi’nde sergilemeye başladım.”
NİLGÜN ŞENSOY DİYOR Kİ
Fahrettin Sepetçioğlu bu yoldan soyut “tipografik resimleriyle” kendi özgün eserlerini ortaya koyarken hangi temalara tablolaşmaktadır? Nilgün Şensoy ise bu konuda da şunları söylüyor: “Sanatçımız Tipografik soyut resimlerinde “Allah”, “Muhammed”, “Besmele”, “Hilye”, “Karalama” ve “Meşk”ler, “Elif” ve “Vav”lar sakacını tuvaline yansıtıyor. Fahrettin Bey, resimle hattı buluşturmuş olması, meşhur hattat Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin şu deyişini hatırlayınca gayet anlamlı olmaktadır: ‘Hüsn-i hattı okumak laleyi koklamak gibidir’. Çünkü lalenin kokusu yoktur, ama çok güzel bir görüntüsü vardır. Dolayısıyla burada esas olan tipografinin kendi halinde güzelliğidir, okunuşu değil. Zira anlama hakkını verecek olan bu güzelliktir. Dolayısıyla Sepetçioğlu’nun bu çalışmaları, özgün resim eserleri olduğu kadar, büyük kültür mirasımız olan hat sanatının bahçesindeki lalelerdendir.”

Fahrettin D. Sepetçioğlu Kimdir?
Ressam Fahrettin Demiryürek Sepetçioğlu 1941 yılında İstanbul, Çengelköy’de doğdu. 1965 yılında Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu’nu bitirdi. Yedek subay olarak askerliğini yaptıktan sonra 1968 yılında Yale Üniversitesi’nin özel bursuyla, Yale School of Art and Architecture Okulu’nun talebesi oldu. Yale’den 1970 yılında Master of Fine Arts derecesi ile mezun oldu. Okul yıllarında, Prof.Armin Hofmann ve Prof.Christopher Pullman’ın asistanlığını yaptı. Prof.Armin Hofmann ve Prof.Christopher Pullman’ın Fahrettin
Spetçioğlu’nu çok başarılı bulmaları üzerine Amerika’da kalıp çalışmalarına devam edebilmesi için kendisine Rockefeller Faundation ‘dan özel burs alıp Yale Üniversitesi’nde çeşitli araştırmalar yapmasını sağladılar. 1970 yılından itibaren Yale’de, Prof. Alvin Eisenman, Prof. Erwin Hauer, Prof.Lester Johnson ve Prof.Knox Martin ile Resim ve Heykel çalıştı. Çağdaş akımlardan, Resimde “Hard Edge” Heykelde “Minimalist” çalışmalar yapmaya başladı. Yine, Prof.Norman Ives ve Prof.Herbest Matter ile “Tipografik” Resimler üzerine çalıştı. Basel, Kunstgewerbeschule Okulu’ndan Prof. Armin Hofmann ve Prof.André Gürtler’le yaptığı çalışmalarla da Tipografik Resme olan sevgisi daha çok arttı.

Sanatçının eserlerinin saklandığı müze, galeri ve özel koleksiyonlar: 
New Haven Art Council, New Haven, ABD 1968, Starawbridge Art Gallery, Washington, ABD 1969, Rockefeller Art Center, New York, ABD 1970, Quraeeshi Art Home, Chesnuthill CT, ABD 1970, Thomas Brown J.B. Arts, Las Vegas 1971, Warzawa Biennale Contemporary Works, Polonya 1974, Bruno Biennale Modern Arts, Çekeslovakya-1975, Sunami M.Art Gallery, New York, ABD-1976, Yale Art Gallery, New Haven-2007, TC Dış İşleri Konutu, Ankara-2010, TC Cumhurbaşkanlığı Köşkü, Ankara-2010, Başkanlık Özel Arşivi, Umman Emirliği-2011, Emirlik Hediyeler Salonu, Bahreyn-2012, Mathaf: Arab Museum of Art, Qatar-2013, Sheikha Mozah Koleksiyonu, Qatar, 2013, Prenses Hessa K Al Than, Qatar-2013,United Arab Emirates Sheikha Kahalifa bin Zayed el Nahyan Koleksiyonu-2013, Arrows and Roads, NewHaven-1970.

ANKARA ULUSLARARASI FİLM FESTİVALİ “ONUR ÖDÜLLERİ"

$
0
0

Ankara Uluslararası Film Festivali bünyesinde verilecek,Dünya Kitle İletişimi Araştırma Vakfı özel ödülleri açıklandı. Buna göre, “Aziz Nesin Emek Ödülü” Hülya Koçyiğit’e,“Kitle İletişimi Ödülü” Sevda – Cenap And Müzik Vakfı’na ve “Sanat Çınarı Ödülü” ise Meriç Sümen’e verildi.


Bu yıl 25.si düzenlenen Festivalde “Onur Ödülleri”İrfan Demirkol’un başkanlığındaki Vakıf Yönetim Kurulu tarafından kendi alanlarında öne çıkan kişi ve kuruluşlara veriliyor. Bu çerçevede “Aziz Nesin Emek Ödülü”“1963 yılında “Susuz Yaz” filmiyle başlayan sinema oyunculuğu kariyeri boyunca canlandırdığı her karakterle gösterdiği üstün başarısı, kazandığı ödülleri, Türk sinemasına yapmış olduğu yadsınamaz katkısı” nedeniyle “Devlet Sanatçısı” Hülya Koçyiğit’e verildi.


Dünya Kitle İletişimi Araştırma Vakfı, “Kitle İletişimi Ödülü”nün ise Sevda – Cenap And Müzik Vakfı’na verilmesini kararlaştırdı. Vakıf, ödülün gerekçesinde,“ülkemizde polifonik müziğin geniş halk kitleleri tarafından sevilip benimsenmesi amacıyla düzenlediği konserler, festivaller, verdiği ödüller ve burslar, yayınladığı kitaplar ve müzik albümleriyle sadece müzikte değil tüm sanat disiplinlerinde sanatseverlere sunduğu etkinliklernedeniyle bu ödülün Mehmet Başman nezninde Sevda – Cenap And Müzik Vakfı’na verildiğini açıkladı.


“Sanat Çınarı Ödülü” ise ünlü balerin, “Devlet Sanatçısı” Meriç Sümen’in oldu. Meriç Sümen bu ödülü,“Türk bale sanatının gelişmesi ve geniş halk kitleleri tarafından benimsenmesi için rol aldığı yapımlarda gösterdiği olağanüstü sahne başarısı, uluslararası arenada ülkemizi büyük başarıyla temsil ederek bizi gururlandırması, yönetici ve eğitmen olarak da genç nesillerin yetişmesine sağladığı katkı” nedeniyle aldı.


İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Daire BaşkanıAbdurrahman Şen: “İstanbul dünyanın kültür merkezidir".

$
0
0

ESKADER’in düzenlediği Bâbıâli Sohbetleri’nde konuşan İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanı Abdurrahman Şen, İstanbul’un kültür varlıklarını ön plana çıkarmak için yaptıkları çalışmalardan bahsettiği konuşmasında, “İstanbul kültürel anlamda dünyanın merkezidir. Bunu bütün dünyaya göstermemiz gerekiyor.” dedi.

Edebiyat Sanat ve Kültür Araştırmaları Derneği (ESKADER), Timaş Kitapkahve’de düzenlediği Bâbıâli Sohbetleri kapsamında unutulmaz bir programa daha imza attı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanı Abdurrahman Şen’in “İstanbul’da Kültür Sanat Hayatı” başlıklı sohbetini, basın yayın dünyasının önemli isimlerinin içinde bulunduğu kalabalık bir dinleyici grubu takip etti. 

Konuşmasında başkanlığını yürüttüğü birimin devam etmekte olan ve hayata geçirmeyi planladığı projelerinden bahseden Abdurrahman Şen, İstanbul’un sahip olduğu kültürel dokuyu en iyi şekilde yansıtabilmesi için geniş çaplı ciddi çalışmalar yapılması gerektiğini vurguladı.

KÜLTÜR SANATIN İÇİNDEN GELEN BİR BAŞKAN

Programın açılış konuşmasını yapan ESKADER Başkanı Mehmet Nuri Yardım, Abdurrahman Şen’in uzun yıllar gazetecilik mesleğinde emek vermiş, tiyatro ve sinemada söz sahibi bir isim olduğunu kaydederek, “İstanbul’da kültür sanat hayatı sorulduğunda Abdurrahman Şen, buna en iyi cevap verecek isimlerden biridir. Hem yıllara dayanan kültürel altyapısı hem de şu sıralar bulunduğu konum Şen’i bu alanda en yetkin isimlerden biri yapıyor.” dedi. 

TÜRKİYE’NİN KÜLTÜR BAŞKENTİ

“Uzun yıllar boyunca, şu anda bulunduğum konumdaki birçok kişiyi ziyaret edip proje teklifleri yapmış biri olarak bana gelen projeleri değerlendirdiğimde karşımdakinin ne hissettiğini çok iyi biliyorum ve onların sıkıntılarını çok iyi anlıyorum.” diyerek sözlerine başlayan İBB Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanı Abdurrahman Şen, bugün başkalarının projelerini değerlendirirken işleyen formaliteler yüzünden zaman zaman yanlış anlaşıldığını, ancak kurumsal yapının gerekliliklerinden dolayı bu beklemelerin mecburi olduğunu ifade etti ve şunları söyledi:

“Bugün kültür için çok şey konuşuluyor. Artık ülkeler birbiri ile çok ciddi sebepler hariç savaşmak zorunda kalmıyor. Çünkü bir ülkenin kültürünü teslim aldıysanız ve kendi kültürünüzü empoze ettiyseniz, artık onunla savaşmanız gerekmez, çünkü o sizindir. Ünlü yönetmen Halit Refiğ bu konuda son derece önemli tespitler yapmış, dinî ve geleneklerimizi yansıtan filmlerde Türk müziği enstrümanlarının kullanılması gerektiğini söylemişti. Yenikapı kazılarının ardından tarihi 8.500 yıl öncesine giden İstanbul’un kültür ve tarih varlıklarının savunucusu ve koruyucusu olmamız gerekiyor. Bu şehre sesi yayılan bütün nağmeler bizimdir, bizdendir. İstanbul Türkiye’nin kültür başkentidir. Her yerinde kültür solunan bir şehirdir.

İSTANBUL’UN KÜLTÜR DOZU

2011 yılından bu yana Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanlığı olarak yürüttükleri çalışmalardan ve elde ettikleri istatistiklerden yola çıkarak İstanbulluların kültürel faaliyetlere ilgisi konusunda bilgiler veren Abdurrahman Şen, “Şehir tiyatrolarının seyircisi yüzde 54’ten yüzde 82’lere kadar yükselmesine rağmen ortalama 60 bin civarında tiyatro seyircimiz var. Gazete ve kitap satışlarımıza baktığımızda da durum pek iç açıcı değil. Yaşadığımız sosyal ve siyasi travmalara bağlı olarak kitapla aramızın açık olduğu bir gerçek. Şu anda bulunduğumuz meclislere benzer toplantıları takip edenler de birkaç yüzü geçmiyor. Geniş kapsamlı anma toplantılarında da kültürel tasanın azaldığını görüyoruz.” dedi. Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanlığı hakkında muhteva ve işleyişe yönelik bilgiler veren Şen, sözlerini şöyle sürdürdü:

İSİM KEŞMEKEŞİ

“Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanlığı, Kültür A.Ş. ile karıştırılıyor. Oysa bu iki birim birbirinden tamamen farklı bir işleyişe sahiptir. İstanbul kendi çapında kendi misyonu olan bir şehir. Başkanlık olarak hazırladığımız bütün kültürel etkinliklerde bu altyapıyı dikkate alarak hareket ediyoruz. Başkanlığımızın adının içinde ‘sosyal’ kelimesinin bulunması yüzünden sosyal yardım talep edenlerle karşılaşıyoruz. Hatta yurt dışından bile böylesi talepleri dile getiren telefonlar alıyoruz. Başkanlığın adı, ‘Kültür İşleri Daire Başkanlığı’ olmalı ve sadece kültür işlerini yürütmeli. Bu konuda bir isim değişikliğine gidilmesini umuyoruz. Kültür çalışmaları için çok sayıda yabancı konuk ağırlayan bir kurumuz. Kültür meselesi, kendine yakışır mekânlarla desteklenmeli. Şu anda böyle bir mekâna sahibiz. İstanbul’un bir kent müzesi ve kütüphanesine ihtiyacı var. Bunun yanı sıra edebiyat ve müzik gibi sanat dalları için de hususi müzeler kurulması gerekiyor ve bununla ilgili devam eden çalışmalarımız var. Bir önceki günden daha iyisini yapmaya çalışmamız lazım. 2011 yılından itibaren yılda 1.400 kadar olan etkinlik sayısını 3 binlere kadar ulaştırdık.”

ŞEHRE UYGUN DEV ORGANİZASYONLAR

Almanya ile yaptıkları görüşmeler neticesinde Avrupa’da her şehrin karakteristiğine uygun bir kültürel faaliyete evsahipliği yaparak o faaliyetin şehirle bütünleştirildiğini fark ettiklerini belirten Abdurrahman Şen, İstanbul’un dünya çapında bir organizasyonla kendi karakteristiğine uygun bir kültürel fonksiyonla anılması gerektiğini ve Nobel gibi yine dünya çapındaki bir ödül çalışmasına evsahipliği yapmasının artık bir zaruret olduğunu vurguladı. Sinema ve tiyatronun resmi literatürüne göre 2014’ün 100. yıl kutlamaları çerçevesinde Ekim ayından itibaren etkinliklerin hız kazanacağını aktaran Şen,  “Geçtiğimiz yıl özel tiyatrolara destek vermeye başladık. Önümüzdeki dönemde bunu genişleterek sürdürmek istiyoruz. Kendilerini geliştirebilecek tiyatro gruplarına fırsat sunmak istiyoruz.” dedi. Gösteri Sanatları Merkezi’nden yetişen tiyatrocuları, Başkanlık bünyesinde istihdam etmeyi amaçladıklarını anlatan Abdurrahman Şen, bu bağlamda müze tiyatro projesiyle geleneksel tiyatromuzu yeni nesillere doğru şekilde ulaştırmayı hedeflediklerini dile getirdi.

BASIN FAALİYETLERE İLGİSİZ

Gösteri Sanatları Merkezi’nin çalışacağı bina da geleneksel tiyatromuz ile batı tiyatro klasiklerinin tamamının yer aldığı ve halka açık olacak bir tiyatro kütüphanesi tasarısından da bahseden Abdurrahman Şen, “TRT arşivlerinden ve geleneksel tiyatromuzu temsil eden usta tiyatrocularımızın arşivlerinden faydalanmak istiyoruz. Sinema ve tiyatro söz konusu olduğunda senaryo ve metin sıkıntısından sık sık söz edilir. Bunu gidermek için metin yazarlığına da eğilmek istiyoruz.” dedi ve sinema ile tiyatro için yapım desteği konusunda bir çalışma yapacaklarının da müjdesini verdi. Hazırlıkları devam eden bir kültür çalıştayı veya şurası ile Kültür ve Sosyal İşleri Daire Başkanlığının fikir mütalaasında bulunmak istediğini söyleyen Şen, “Bir tek kişinin fikirleri doğrultusunda karar almaktan kaçınıyoruz. Ortak akıl ile yol almak istiyoruz.” dedi. Bütün bu yoğun çalışmalara imza atan İstanbul gibi bir şehrin kültür faaliyetlerini yöneten kurumun çalışmalarına basının son derece ilgisiz olduğuna dikkat çeken Abdurrahman Şen, “Bütün basın yayın kurumları ile yaptığımız faaliyetlerin detaylı duyuru bültenleri paylaştığımız halde, basının umursamazlığı ile karşı karşıya kalıyoruz. Bu konuda basının kültüre ve sanata ilgisizliğinin büyük payı olduğu bir gerçek.” dedi. Abdurrahman Şeni program sonunda dinleyicilerin sorularını cevapladı, sonuna kadar büyük bir ilgi ile takip edilen toplantı hatıra fotoğrafları ile son buldu.

Şen'in sohbetini, Gazeteci, şâir, film eleştirmeni Coşkun Çokyiğit, muharrirler Osman Akkuşak ve Üstün İnanç sanatçı Prof. Dr. Zeki Kuşoğlu, Ahmet Özdemir, Mehmet Cemal Çiftçigüzeli, Yönetmen, seharist, yapımcı ce eski gazetece İsmail Güneş, TV editör şapımcı Harun Yöndem, yazar Ekrem Kaftan, Süleyman Karakuluk, Sabri Gültekin, İsmail Yeşilbağ ve daha birçok kültür sanat insanı takip etti.

Elif Sönmezışık (Sanatalemi.net)'den özetlenmiştir.



ABD'nin Gölge Ajan'ı Ruslara Kök Söktürüyor

$
0
0
Tom Clancy'nin yazdığı "Jack Ryan: Gölge Ajan", savaş kahramanıyken Wall Street'de yönetici olarak çalışmaya başlayan Ryan'ın Rus mali teröristlerine karşı verdiği mücadeleyi anlatan bir aksiyon gerilim filmi... Ryan, arkadaşlarının ve onu sevenlerinin gözünde sıradan bir New Yorklu yöneticidir. Ama aynı zamanda global verileri işleyen, eğitimli ve zeki birdir. CIA için çalışmaktadır. ABD ekonomisini çökertmek ve global kargaşa çıkartmak için yapılmış bir fesadı fark eder. Komployu durduracak yeteneklere sahip tek kişi de yine Ryan'ın kendisidir. Artık sahaya sürülmüş, şüphe, aldatma ve kıyıcı güçle büyüyen o karanlık dünyaya itilmiştir. Moskova’da CIA yöneticisi olan Harper (Kevin Costner),  olup bitenden habersiz bir romantik olan nişanlısı Cathy (Keira Knightley) ile komployu kuran zeki Rus (Kenneth Branagh) arasında ölümüne bir kovalamaca başlar. Kimsenin güvenilir olmadığı bir dünyada ülkesini kurtarmak için mücadele vermektedir. Milyonların kaderi başarıp başaramayacağına bağlıdır. Olaylar giderek çığırından çıkar. Ryan ABD'de patlatılarak panik yaratacak bombalama eylemini ve ekonomiye çökertecek dolar operasyonunu herkesten bir adım öne geçerek durdurmak zorundadır.

Gelelim çözümlememize: Hollywood sinemasının bayatlamış kalıplarını kullanan ve hiçbir yenilikçi tarafı bulunmayan Jack Ryan: Gölge Ajan, hafta sonu patlamış mısır yiyerek seyredilecek filmlerden. Konu tahmin edilebilir ve sonu daha başından belli olduğu için "Ne olacak?" diye merak etmek yerine devamlılık ve mantık hatalarını bulmaya çalışanların daha fazla eğlenebileceğini düşünüyorum. Mesela Ryan, ABD'den Rusya'ya gelip bir otel odasında dev gibi bir zenciyi öldürdükten, bir tam gün boyunca hiç uyumadan kaçıp kovalamaca içine girdikten sonra yeniden uçağa binip Rusya'dan Amerikaya döner… Ülkesindeki Rus ajanlarını bertaraf eder. Tabii seyirci de "Bu senarist, jet lag diye bir kavram duymamış mı?" diye kahkahalarla güler!

FİLMİN CİDDİ TARAFLARI
Filmin ciddi tarafı ise şu: Hollywood, Kızıl Rusya'nın yerini renksiz Rusya'nın almasıyla "Soğuk Savaş"ın travmatik ve gri dünyasında kamera gezdirmeye neredeyse ara vermişti. Rusya'nın yeniden güçlenip dünya politikalarına Amerika ve Avrupa’nın çıkarları hilafına itirazlar koymaya başlamasından sonra yeniden eski konularına dönmeye başladı. Ancak bu yeni savaş artık eskisi gibi üçüncü ülkelerde değil, (Türkiye'ye füze konuşlandırılmasını ve ardından yaşanan "Küba Krizini" hatırlayın… James Bond’un İstanbul dâhil dünyanın bütün merkezlerinde at koşturmasını hatırlayın… Son dönem Hollywood sinemasının Orta Doğu ve Afganistan ve biraz da Çin’de kamera gezdirdiğini hatırlayın…) doğrudan ilgili ülkelerin evlerinde yaşanmaya başladı. İlerleyen zamanlarda Jack Ryan: Gölge Ajan çapsızlığında değil, daha ciddi yapımlarda yenidünya düzeni için birbirini yiyen ülkelerin gözü kara ajanlarının filmlerini izleyeceğiz gibi görünüyor. Ve tabii bir filmi çok çok ciddiye alırsak, sadece Hollywood’un değil sıradan Amerikalıların da şuuraltına yerleşmiş Kızıl Rusya korkusunun yeniden filizlendiğine bile ihtimal verebiliriz.  


SAYFAYI BÜTÜN GÖRMEK İÇİN TIKLAYIN!





İSMAİL GÜNEŞ: Sinema Sektörü Yeni Yasayı Bekliyor!

$
0
0
SİNEBİR (Sinema Eseri Sahipleri Meslek Birliği) Başkanı yönetmen İsmail Güneş, sinema sektörünü yakından ilgilendiren yeni sinema kanunu tasarısı hakkında görüşlerini açıkladı. Güneş, sektöre bugüne kadar bakanlıkça verilen desteğin zaten sektörden kesilen paralarla yapıldığını, verilenr miktar kadar bir desteğin devletçe ikame edilmesi durumunda fevkalade şeyler olacağını belirtti. 

"Bugüne kadar verilen 25 milyon liralık destek sektörümüzü kanatlandırdı ama sinemamızın uçabilmesi ve dünyanın en güçlü sektörleri karşısında dik durabilmesi için mutlaka artı 25 milyon lire dehe destek görmesi gerektiğini düşünüyorum.'

İsmail Güneş, bugüne kadar yürürlükte olan sinema yasasının zaman içinde miadını doldurduğunu ve mutlaka yenilenmesi gerektiğini de belirtti.

Sayfayı görebilmek için tıklayınız 

http://www.istanbulegazete.com/default.aspx?Sayfa=2&t=21.01.2014

Kış Uykusu'nun Galası Yapıldı

$
0
0

Nuri Bilge Ceylan’ın, 67. Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye için yarışan yeni filmi “Kış Uykusu”nun galası; 16 Mayıs Cuma günü Festival Sarayı’nda gerçekleşti! Yapımcılığını ZeynoFilm’in üstlendiği, başrollerini Haluk Bilginer, Melisa Sözen ve Demet Akbağ’ın paylaştığı “Kış Uykusu”nun galasına; yönetmen, oyuncular, senarist ve yapımcıların yanı sıra, Cem Yılmaz, Zerrin ve Hira Tekindor, Ayşegül-Ömer Dinçkök gibi Türkiye’den ve dünyadan çok sayıda önemli davetli katıldı. Film ekibi, gala öncesi gerçekleşen fotoğraf çekiminde;Soma'da meydana gelen faciada hayatını kaybeden yüzlerce maden işçisi için “#Soma” yazılarıyla poz verdiler.

 

6. kez Altın Palmiye için yarışan Nuri Bilge Ceylan’ın“Kış Uykusu” adlı yeni filminin galası; 16 Mayıs 2014, Cuma günü Festival Sarayı’nda gerçekleşti. Galaya,Nuri Bilge Ceylan, başrol oyuncuları Haluk Bilginer,Melisa Sözen ve Demet Akbağ, senarist Ebru Ceylan, yapımcı Zeynep Özbatur Atakan ile filmin diğer oyuncuları, Fransız ortağı Memento FilmsCem Yılmaz, Zerrin ve Hira Tekindor, Ayşegül-Ömer Dinçkök gibi isimler katıldı. Filmin konuk oyuncusuNejat İşler de, geçirdiği ağır rahatsızlık sonrasında ilk kez “Kış Uykusu”nun galasında kameraların karşısına geçerek ekiple birlikte poz verdi.

 

Zeynep Özbatur Atakan’a ait ZeynoFilm’in ana yapımcılığında Türkiye-Fransa-Almanya ortak yapımı olarak gerçekleştirilen “Kış Uykusu”67. Cannes Film Festivali’nin merakla takip edilen filmleri arasında yer alıyor.

 

Melisa SözenDemet AkbağEbru Ceylan ve Zeynep Özbatur Atakan’ı galaya L’Oreal Paris ekibi hazırladı. Dörtlü, saç ve makyaj hazırlıklarının tamamlanmasının ardından, Hôtel Martinez’de düzenlenen mini kokteyldeL’Oreal Paris çalışanlarıyla bir araya geldi.

FIPRESCI, CANNES’DA “KIŞ UYKUSU”NU YANAKLARINDAN ÖPTÜ!

$
0
0
Kış Uykusu
67. Cannes Film Festivali’nde FIPRESCI (Uluslararası Sinema Eleştirmenleri Federasyonu) Ödülü; Nuri Bilge Ceylan’ın yeni filmi “Kış Uykusu”nun oldu! Yapımcılığını ZeynoFilm’in üstlendiği, baş rollerini Haluk Bilginer, Melisa Sözen ve Demet Akbağ’ın paylaştığı “Kış Uykusu”; farklı ülkelerden, 9 sinema eleştirmeninden oluşan FIPRESCI jürisi tarafından, ana yarışma bölümünde ödüle layık görüldü.
Dünyanın her köşesinden, profesyonel film eleştirmenleri ve sinema yazarlarının oluşturdukları ulusal örgütlerin aynı çatı altında birleşmeleriyle hayata geçen FIPRESCI (Uluslararası Sinema Eleştirmenleri Federasyonu); önemli film festivalleri kapsamında, 3 bölümde bağımsız ödüller dağıtıyor. FIPRESCI’nin 67. Cannes Film Festivali’ndeki jürisinde; Fransa, Türkiye, ABD, Kanada, Çek Cumhuriyeti, İtalya gibi farklı ülkelerden 9 sinema eleştirmeni yer alıyor.

67. Cannes Film Festivali’nde 6. kez Altın Palmiye için yarışan Nuri Bilge Ceylan’ın “Kış Uykusu” adlı yeni filmi; FIPRESCI jürisi tarafından ana yarışma bölümünde ödüle layık görüldü.

Zeynep Özbatur Atakan’a ait ZeynoFilm’in ana yapımcılığında Türkiye-Fransa-Almanya ortak yapımı olarak gerçekleştirilen, başrollerini Haluk Bilginer, Melisa Sözen ve Demet Akbağ’ın paylaştığı, senaryosunu ise Ebru Ceylan’ın yazdığı “Kış Uykusu”; 67. Cannes Film Festivali’nin merakla takip edilen filmleri arasında yer alıyor.


www.zeynofilm.com  - twitter.com/kisuykusufilm

Kış Uykusu Nuri Bilge Ceylan'a, Ceylan, Türkiye’ye Altın Palmiye getirdi

$
0
0
Yönetmen Nuri Bilge Ceylan, 67. Cannes Film Festivali Kış Uykusu isimli son filmi ile En İyi Film ödülü’ne sahip oldu. Nuri Bilge ödülünü aldıktan sonra şöyle konuştu: "Bu sene Türk sinemasının 100. yıldönümü. İnanılmaz güzel bir tesadüf. Thierry Fremaux, Gilles Jacob ve Jane Chanpion’a çok teşekkür ediyorum. Bu ödülü Türkiye'de son bir yılda hayatını kaybeden gençlere hediye ediyorum".

KÖŞKTEN TEBRİK GELDİ

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Kış Uykusu filmiyle Altın Palmiye Ödülü’nü kazanan Ceylan’ı kutladı. Gül, Ceylan’a telgraf gönderdi. Gül, Türk sinemasının 100. Yılında çıtayı yükselten önemli başarıdan memnuniyet duyduğunu bildirdi. Gül, emeği geçenleri de unutmadı ve oyuncular ile bütün ekibi tebrik etti.

İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Tiyatro Ekibi, Gogol'ün "Palto"sundan doğuyor!

$
0
0

Bugün, hayatımın en güzel günlerinden biriydi. Oğlum Çağrı Çokyiğit'in de dahil olduğu İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Tiyatro Grubu, Reşat Nuri Sahnesi'nde Gogol'un meşhur Palto oyununu canlandırdılar. Rus edebiyaçılar, "Hepimiz Gogol'un paltosundan çıktık!"derler ya! İsimlerini sayacağım genç ve yetenekli kadro ümit ediyorum ki, Türk Tiyatrosu'nun geleceği için Palto'dan fırlayarak Anadolu'muzun sahnelerinde harikalara imza atarlar... 
İşte o ekip: 
Özge Şahin - Çağrı Çokyiğit (Akakiy Akakiyeviç), Büşra Gündoğdu, Özgün Coşkun, Afranur Ateş, Betül Aydın, Asena Serdaroğlu, Merve Canatar, Feride Kara, Eda Doğan, Emre Karaman, Mert Ekşioğlu, Nermin Özgür, M. Ece Tülüce, Seda Sırmasaç, Özcan Aslan, Aslı Bal. 
Viewing all 176 articles
Browse latest View live