Quantcast
Channel: Coşkun Çokyiğit
Viewing all 176 articles
Browse latest View live

Brodway'de de sahnelenen Uyanış'ın galası yapıldı

$
0
0
Tiyatro Oyun Bandı’nın "Uyanış" adlı oyununun galası, 28 Aralık günü Profilo Kültür Merkezi Salon 2'de yapıldı. Yağmur Yağmur tarafından İstanbul’da yeni kurulan Tiyatro Oyun Bandı’nın sahneye koyduğu “Uyanış”ın galasına Hatice Arslan, Kenan Ece, Gül Erda, İsmet Üstekin, Nur Sürer, Seray Gözler, Üstün Akmen, Hilmi Zafer Şahin, Deniz Gökçer, Başay Okay gibi tanınmış sanatçılar da katıldı. Yazar Yakup Almelek'in oyunu 2010 yılında Amerikalı tiyatro yönetmeni Annie Ward'un rejisiyle Broadway’in "Theatre Three" tiyatrosunda sergilenmişti. Yakup Almelek'in Peyami Safa'nın mütereddit ve kendinden memnun olmayan, bunalımlı karakterlerini hatırlatan Ayla karakterinin dönüşümü ve vardığı nokta oyunun sürprizini oluşturuyor. Almelek, aile, baba, anne, cinsellik, aşk, yaşamak, ölüm gibi ciddi temaları harmanladığı metnini Ayla rolünde yorumlayan Özlem Öçalmaz'ın hakkını baştan teslim etmek gerek. Hemen ardında da Ayla'nın kuzeni rolündeki Alayça Öztürk'e bir alkış! 
Oyunun hikayesi: 
Ayla, 28 yaşında bir kızdır. Hayatının ilk yarısını umutsuzlukla dolu, kendini suçlayarak ve dünyadan kopuk olarak yaşamıştır. Ayla 14 yaşındayken, babasının bütün ikazlarına rağmen haylazlığı yüzünden Ada vapurundan denize düşmüştür. Babası kızını kurtarmış ancak hayatını kaybetmiştir. Kazanın getirdiği acıyı, "Babamın ölümüne sebep benim" duygusuyla kendi üzerine odaklayan Ayla, perişan bir haldedir. Bir yandan acısıyla baş edemezken diğer yandan cinsellik ve ailevi kimi sorunlarla boğuşmaktadır. Oyunun bütün sürprizini ele vereceği ve merak duygusunu öldüreceği için, burada kesmek zorundayım. Ancak şu kadarını söyleyebilirim ki, Almelek'in metni Hollywood sinemasının gözte filmlerinden birinin konusu ile neredeyse birebir örtüşüyor. İskelet aynı, final sürprizi aynı ama tabii doku farkı çok. 

Proje Tasarımını ve Proje Sanat Yönetmenliğini Yağmur Yağmur'un üstlendiği "Uyanış"ı, Saydam Yeniay yönetiyor. Eserin dramaturjisi ise başarılı ikili Saydam Yeniay ve Yağmur Yağmur'a ait. Dekor tasarımı Şirin Dağtekin Yenen, ışık tasarımı Murat Özdemir, kostüm tasarımı Dilek Kaplan, müzikler Orhan Enes Kuzu imzasını taşıyan oyunda, Mapping ve ışık teknikleri kullanılarak görselliği yüksek bir atmosfer yaratılıyor. 

Oyunda Özlem Öçalmaz, Alayça Öztürk, Barış Aytaç, Dikmen Seymen, Kubilay Karslıoğlu, Elçin Hanbay Kaya, Ahmet Dizdaroğlu , Batuhan Sezer rol alıyor.

Proje Tasarımı'nı ve Proje Sanat Yönetmeni Yağmur Yağmur, oyun hakkında şöyle diyor: "Uyanış, yepyeni kurgusuyla bir şizofrenin gözünden geçmiş, bellek, kadın erkek sorunları, aile çatışması, kaza, yazgı, bilinçaltı ve estetik gibi kavramlara değiniyor. İnsan psikolojisine ait önemli ayrıntıların dikkat çektiği oyunda bir tür "masumiyet arayışı" da tiyatro yoluyla su yüzüne çıkıyor."

--------------------------------------------
BİLETLER:www.biletix.com
Detaylı Bilgi İçin: Yağmur Yağmur
İletişim: 0 543 289 02 76


2013'te Türk Sineması hasılat rekoru kırdı

$
0
0
Sinema Yazarları Derneği Genel Sekreteri ve Antrakt yöneticisi Deniz Yavuz, 2014 yılına ilişkin hazırladığı raporlardan beşincisini de yayınladı. Yavuz’un derlediği seyirci ve hasılat verileri şöyle: 3 Ocak - 30 Aralık 2014 tarihleri arasında Türkiye'de 357 vizyon filmi gösterime girdi. Bunlardan 108 yerli yapımdı. Türkiye'deki sinema gişelerinde 362 gün boyunca 60 milyon 952 bin 627 adet bilet satışı gerçekleşti. Satıştan, 648 milyon 993 bin 016 YTL hasılat elde edildi. 2013 yılına göre bilet satış adedinde %21 oranında artış sağlandı. Toplam bilet satışının %60'ı yerli filmlerden elde edildi.

Talat Sait Halman
Yavuz aynı raporun sonuna 2013 yılında yitirdiğimiz sinema sanatçısı ve sanat insanlarının bir de listesini yayınladı. Listeye göre kaybettiğimiz insanlarımız şunlar:

Huben Öztoprak Oyuncu
Selçuk Uluergüven Oyuncu
Nurettin İrişen Yapımcı
Süheyl Eğriboz Oyuncu
Adnan Azar Oyuncu
Kemal Bekir Oyuncu
Ayşe Aslanyan Oyuncu
Yapımcı Naci Erhun Oyuncu
Haldun Marlalı Oyuncu
Haydar Karaer Oyuncu
Altan Günbay Oyuncu
Günfer Feray Oyuncu
Nihat Kantemir Oyuncu
Gül Gülgün Oyuncu
Nuri Sezer Oyuncu
Enver Dönmez Oyuncu
Ramazan Çetin Makinist
Erdoğan Vatansever Oyuncu
Atiye Rezzan Metin Yapımcı
Muazzez Özdemir Oyuncu
Selim Sesler Müzisyen
Recep Ekicigil Yapımcı
Senarist Baki Çelik Makinist
Işıl Karpuzpoğlu Yapımcı
Ayşe Şasa Senarist
Yusuf Sezer Oyuncu
Mustafa Yavuz Oyuncu
Ekrem Çınaroğlu Sinema emekçisi
Çolpan İlhan Oyuncu
Vasıf Küçükoruç Senarist
Ümit İmer Oyuncu
Mustafa Suphi Baltacı Oyuncu
Ümran Ertok Oyuncu
Talat Sait Halman'ın cenaze töreni.
Yalçın Otağ Oyuncu
Kaya Volkan Oyuncu
Arda Uskan Senarist, yazar
Tuncay Gürel Oyuncu
Sencer Divitçioğlu Akademisyen-Tarihçi
Güner Namlı   Senarist, yapımcı
Hacer Buluş   Ses sanatçısı, oyuncu
Behçet Nacaroğlu  Oyuncu
Volkan Saraçoğlu   Oyuncu
Recep Yener  Oyuncu

Talat Sait Halman  Siyaset -Edebiyat 


Limon Bey bizim evin beşinci ferdi oldu!

$
0
0
Limon Bey bizim eve misafir geleli iki ay oldu. Geldiğinde çok sorunlu bir bebekti. Ama benim muhabbetim onu bir sevgi kuşu yaptı. Sevgi genetik kodları değiştirebilse Limon Bey bir muhabbet kuşuna dönüşüp bana, "Anneciğim!" veya "Babacığım!" deyiverecek. Bu mümkün değil ama Limon'un davranışlarında gerçekten çok büyük değişiklikler oldu. Artık çok sert sesler ve ani hareketler dışında kolay kolay ürkmüyor. Suyunu, yemin veya altındaki kirli kağıdı değiştirirken ilk başlarda nasıl çırpınıyordu bilemezsiniz. Şimdi genelde beni umursamıyor bile. Sadece kafesin teline taktığım elmasını almak istediğimde, sesinin alabildiğine tizleştirerek o kadar kısa ve keskin "Cik! Cik! Cik!" sesleri çıkartıyor ki, hemen elimi çekip zevkten dört köşe oluyorum...
Bu keyif dünyalara bedel değilse nedir?
Dünyalara bedel evet! Sanki bir bebeğimiz oldu gibi bir şey. Elbette ona bir insan yavrusu muamelesi yapmıyorum. Elbette o bir başka tür ama canlı, ama akıllı ve deyiş haline gelmiş "Kuş beyinli!" hakaretinin aksine zeki ve duyarlı. Besleyen ele "medyunu şükran" oluşunu belli ettiği gibi eğer ona en yumuşak sesinizle adını söylerseniz, mutlaka cevap veriyor.
Hani Peygamberimizin, seccadesinde uyuyan kediyi uyandırmamak için bir köşesini kesip attığı vak'a vardır ya! Ben şundan eminim ki, o hareketi sadece kedi sevgisinden değil, Allah'ın tüm canlılarının aziz ve hürmete layık olduğunu göstermek istemesindendir... 
Öyle düşünüyorum. Ya siz?

Ne Je suis Charlie, ne Willy Toledo

$
0
0
Sosyal medyanın fikir yerine tükürük saçan ağzına düşen her mevzu, her olay, her mesele gibi son hadise de başka bir şeye dönüştürülüyor: İspanyol Aktör Willy Toledo gibi düşünenler ile "Je suis Charlie" diyenler arasında bir tercih yapmak için zorlanıyoruz: tıpkı Facebook'un "2014 harika bir yıldı" düzenlemesinde olduğu gibi… Facebook’a karşı çıkmıştım. Bu meselenin da bir tür 'psiko-drama'ya dönüştürülmesinin karşısında yer alacağım. Ne Toledo'dan ne de Charlie'den yana yumruk sallayacağım: sürüden ayrı yaşama takatini gösterebilen her insan gibi, özgörümle hareket edeceğim...

Bence meselenin özü şudur: 
"Göğe doğru tükürürsen, tükürük yüzüne düşer!"*





* Atasözümüzün aslı Kaşgarlı Mahmud’un Dîvânü Lugât’it Türk adlı eserindedir. Aslı şu şekildedir: Kökke sudsa yüzke tüşür.


Faşist bir sinemaya doğru

$
0
0
Aklıma 300 Spartalı (300) filmi geldi... Kral Leonidas (Gerard Butler), eşi Kraliçe Gorgo'nun (Lena Headey) gözlerine bakıp "Olur" işareti aldıktan sonra Xerxes'ın (Serhas - Rodrigo Santoro) elçisini (Peter Mensah) tekmeleyerek kuyuya artıyordu. Bu plan sanki dünya sinemasının en önemli film planlarından biri, bir sanat şaheseri imiş gibi Cinemaximum'larda filmlerden önce dönen fragmanlarda binlerce kez gösteriliyor! Defalarca söylediğim gibi iğrenç ve çok Faşist bir sahne! Politikayı sinemaya bu kadar sokar ve onunun en feci şiddet shnelerini sanat eseri diye tekrar tekrar gösterirseniz, sanat sağaltıcı ve yükseltici bir kültür alanı olmaktan çıkıp, yüzünüze tükürmeye başlayan feci bir eyleme dönüşür.
Ne yazık ki, en son Dracula Untold dahil olmak üzere sinemanın teknolojik imkanları ile görkemli filmler çeken Hollywood şiddet, ayrımcılık ve politik husumetleri keskinleştirici bir yol tuttu, gişe sineması yapan tüm dünya sinemacıları da onun bu tavrını izliyor...
Bizde de o yolu takip eden ama sinema sanatının "s" sinden bile anlamayan bir takım zavallılar türedi. Sadece para kazanmak için dini, milli duyguları vs. istismar etmekten geri durmuyorlar. Yazık...

George Ovashvili’nin Mısır Adası (Simindis kundzuli / Corn Island ) Oscar Adasında

$
0
0
İlyas Salman, Mariam Buturishvili
Doğu mistisizmine, “Bu dünyanın kâşanesi kum üzerine kuruludur” ve “Gün akşamlıdır, işte geldik, işte gidiyoruz” fikirleri hâkimdir.  
Evren’i yaradan Tanrı karşısında, varlığın mesabesi hiçtir! Hint mistiklerince doruk noktasına ulaştırılan hiçlik, Müslüman mistiklerce yeni bir yoruma tabi tutulmuş ve yumuşatılımıştır: “Şu dünyadaki varlığımız ancak O’nda fena bulduğumuzda bir anlam kazanır” denkleminde sabitlenmiştir. O’nda fena bulmak için ise bu dünyanın anlık bir seyirden ibaret olduğu bilincine ulaşıp, varlığın kum üzerine bina edilmiş bir köşk gibi sel geldiğinde (zaman akıp gittiğinde) kayıp gideceği ve hiç yokmuş gibi olacağını idrak ve kabullenmek gerekir…

George Ovashvili’nin Mısır Adası, bana göre mistik temelde şiir söyleyen bir film. Her ne kadar yönetmen beyanlarında mistisizmden bahsetmiyor olsa da. Bazen sanatçı, amaçlamadığı bir şeye de ulaşabilir. Söyledikleri, başka anlamlar çıkarabilecek hale gelir. Zannediyorum George Ovashvili böyle bir film yapmış…   

George Ovashvili ne anlatıyor? Bakalım: Her bahar, karların erimesiyle coşan Inguri Nehri’nin sürüklediği alüvyonlar, uygun yerlerde birikerek adacıklar oluşturur. Yoksul çiftçiler bu adacıklarda mısır yetiştirir. Yaşlı bir çiftçi (İlyas Salman) salıyla bir adacığa çıkar ve “Burası benim” gibisinden bayrak diker! Adamcağız adacıkta tarım yapıp yapamayacağını anlamak için toprağı eşelerken bir sigara ağızlığı bulur. Temizler ve göğüs cebine koyar. Film boyunca 'zaman' ile ilgili endişeleri başladığında ağızlığı cebinden çıkararak elinde evirip çevirecek ve dalacaktır... Salıyla taşıdığı malzemelerle bir baraka yapar. “Dede bu ada kimin?” sorusuyla hikâyenin en can alıcı cümlesini bize verecek olan torunu (Mariam Buturishvili) kucağındaki bez bebeğiyle, ona yardıma gelir. Çocukluktan ergenliğe geçen bu kız, hayatı, aşkı, üremeyi, yaşam severliği, masumiyeti ve göreceli olarak “fitneyi” temsil etmektedir. Göğüsleri daha yeni yeni büyümeye başlayan torun, nehrin iki yakasında birbirlerine kurşun sıkan askerlerin dikkatini çeker. Dede silahıyla gözdağı verir ancak çatışmalarda yaralanan bir asker, gece gizlice adaya sığınır. Savaş böylece onlara da bulaşır. Dede yaralı sığınmacıyı diğerlerinden saklamak zorundadır. Üstelik o, kendilerinden olmadığı halde! Asker ile genç kız arasındaki cilveleşmeler dedenin elindeki çapayı havya kaldırıp ikisi arasında bir duvara dönüşmesiyle durulur! Silah sesleri, gece kontrolleri, sığınmacının diğerlerinden korunması çabası gibi olaylar filmin dinamikleşmesini ve seyircinin dikkatini uyanık tutmayı sağlasa bile anlatılmak istenen bunlar değildir. Zaman hızla geçmektedir. Mısırlar olgunlaşmak üzereyken iklim sertleşmeye yüz tutar. Sel geldiğinde elde edilen her şey, “hiç” olacaktır! korkusuyla dede ve torunu erken hasat yapar. Ancak tabiat çığırından çıkar ve sular kabarmaya başlar…

Ve yeniden mısır ekme zamanı gelir. Başka bir çiftçi suların çekilmeye başlamasıyla birlikte aynı yerde yeniden oluşan alüvyon adasına, tıpkı bir önceki yıl Dede’in çıkıp bayrağını diktiği gibi bayrak diker. Toprağın tavını kontrol ederken kızın oyuncak bebeğini bulur!

Gürcü yönetmen, Müslüman Doğu edebiyatlarının temel mecazlarından birini, bu dünyanın kum üzerine bina edildiği imgesini her yıl coşan suların durulmasıyla oluşan ve her yıl sellerle akıp giden ada metaforu ile sinemasına taşıyor. Torununun, “Bu toprak kimin” sorusu ise “Mal sahibi, mülk sahibi / Hani bunun ilk sahibi / Mal da yalan mülk de yalan / Var biraz da sen oyalan” kavrayışını andırıyor. Bu kavrayış, iki çiftçinin toprağı eşelerken buldukları, kendilerinden öncekilerden kalan nesnelerle destekleniyor… Böylece yönetmenin  hikâyesi, minik göndermelerle beslenen tek bir metafora dönüşüyor.

Mısır Adası'nı bu şekilde okumak mümkündür. Ama mesela ekonomi temelli bir bakış filmi hiç de böyle anlamayabilir. Mülkiyet ilişkileri, ilkel tarım toplumları gibi ideolojik kavram ve argümanlara dayanarak Mısır Adası’nın bambaşka şeyler anlattığını yazabilir: “Doğanın iradesiyle emekçinin iradesi çatışması” hakkında okumalar yapabilir.

Etnik çatışmalara dikkatini bağlayan bir başkası öyküyü o açıdan değerlendirme lüksüne sahiptir. Filmin, “Birbirinizi ne yiyorsunuz? Bu toprakların bizden önce sahipleri vardı, bizden sonra da sahipleri olacak ve buna biz karar veremeyeceğiz! Öyleyse savaşmak neden?” demek istediğini söyleyebilir. (Üstelik Madagaskar adası kadar yüz ölçümüne bile sahip olmayan bu coğrafyada Çerkes, Abaza, Nogay, Karaçay, Kabartay, Balkar, Oset, Çeçen-İnguş, Azeri, Ermeni, Terkemen,  Dağıstan vb. halkları yaşıyor.)

Mitolojik okumayı tercih eden başkası, Mısır Adası'na apayrı anlamlar yükleyebilir. Sisifos’un (Sysyphus) makûs talihinden yola çıkarak meseleyi “Varoluşçuluk”a bağlar hatta belki, “Tüm anlamsızlığına rağmen insan hayatı yenmek zorundadır” yaklaşımını ekleyebilir!

Ancak ben, yazıma esas aldığım gibi mistik yanı ağır basan bir okumanın Mısır Adası filmini en iyi biçimde anlattığı fikrindeyim…

Oyuncular üzerine birkaç söz: Yönetmeni, minnacık bir kızın (Mariam Buturishvili) olgunlaşma aşamasındaki bedenini, film bağlamında gerekmediği halde çırılçıplak göstermesini protesto ediyorum! 
Aynı yönetmeni, İlyas Salman gibi zor bir oyuncuyu yönetmesindeki başarısı sebebiyle kutluyorum. 

İlyas Salman, bir iki kelime dışında söz söylemediği film boyunca beden dili ve yüz ifadelerini kullanarak oyunculuğunun doruklarına ulaşıyor: canlandırdığı yaşlı çiftçi karakteri ve ona hayat veren oyuncu olarak, sinema tarihindeki üstün performanslar galerisinde yerini çoktan aldığını düşünüyorum. Sinemamızın ünlü yönetmenlerinin pek çoğunun unuttuğu veya görmezden geldiği nevi şahsına münhasır aktörün, Türkiye adına aday olan ve ‘beyaz Türkleri’ anlatan Kış Uykusu’ndaki "konuşkan" meslektaşına rağmen, Gürcü bir yönetmen marifetiyle, sinemanın Mısır Adası 'Oscar’a çıkmasını çok ironik ve çok dokunaklı buluyorum.

KÜNYE:

Mısır Adası (Simindis kundzuli / Corn Island) Yönetmen: George Ovashvili - Senaryo: Roelof Jan Minneboo ve George Ovashvili - Oyuncular: İlyas Salman, Tamer Levent, Mariam Buturishvili

Leviathan (Leviafan) Oscar alabilir mi?

$
0
0
Oscar adayı Leviathan, Cannes’da kazandığı En İyi Senaryo ödülünden sonra Golden Globe’da (Altın Küre) En İyi Yabancı Film olarak tescil edildi. Birçok ulusal festivalde gösterilen Leviathan, Oscar adaylığı ve Altın Küre ödülünü kazanmasıyla birlikte sinemaseverlerin radarına yeniden girdi. Bu cuma (16 Ocak 2015) gösterime girecek Leviathan, temel ikonografik tercihiyle, Rus sinemasından çok “modern sinema”ya eklemleniyor. 

Batı Avrupa ve Hollywood sinemasının hemen her senaryoda başvurduğu yazılı (Tevrat ve İncil, mitoloji ve destanlar, modern öncesi edebiyat ve felsefe) ve görsel (Rönesans saratı özellikle resmi)ikonografik tercihini, adı ilk defa Tevrat’ta geçen bir yaratıktan yana kullanıyor. Böylece, Batı Avrupalı sinemacılar ile fildişi kulelerinde oturup ödüller dağıtan Akademi üyelerine yabancı gelmeyen (belki Doğulu olmayan demeliydim) bir dil kullanıyor. Devlet, birey, sivil toplum, sivil itaatsizlik, ekonomi, aşk, ihanet, entrika, din ve din tüccarlığı gibi Avrupa ve Amerikalı yönetmenlerin neredeyse 100 yıldır pişirip servis ettiği öykü mönüsü, Rus sosu ve vodka eşliğinde yeniden sunuyor. Sözün özü film, sosu dışında, yeni-farklı-bilinmeyen-taze icat edilmiş değil!

Filmin öyküsünün özünü teşkil eden metaforun (Leviathan) tarihi köklerine bakarak başlayalım: Tevrat’ta Eyüp kitabında, İsraillilerin Tanrıs,ı Eyüp ile konuşur ve ona Leviathan’ı tarif eder. Bu tarifte Leviathan karşısında ferdin (burada Tanrılık taslayan Firavun’un) güçsüzlüğü keskin biçimde vurgulanır. Leviathan’ı olta ile çekebilir misin? / Burnuna ip takabilir misin? / Çengelle çenesini delebilir misin? / Sana yalvarır mı? / Sana tatlı söz söyler mi? / Kölen olmak üzere seninle anlaşır mı? / Kuşla oynar gibi onunla oynar mısın? / Onu kızların için bağlar mısın? / Balıkçılar onu satın alırlar mı? / Tüccarlar arasında onu pay ederler mi? / Derisini kancalarla doldurabilir misin?

Tevrat yorumcularınca, Leviathan’ın Mısır Mitolojisi’ndeki Tanrı Horus’un düşmanı olan timsahla özdeşleştirildiği ve Leviathan’ın, İbranilerin düşmanı olan Firavunu yenen gücün mecazı olarak kullanıldığı varsayılır.

Leviathan, Tevrat’ın bir başka yerinde, İşaya kitabında da anlatılır: O gün Rab, Leviathan’ı, tez kaçan o yılanı ve Leviatan’ı, dolambaç giden o yılanı, çetin ve iri ve zorlu kılıcı ile yollayacak ve denizde olan canavarı öldürecek, sözleriyle tarif edilir. Yahudi din bilginleri, İşaya’nın söylediği bu sözleri, şöyle yorumlar: Leviathan, İsrail’in adı belirtilmeyen tarihi/politik düşmanlarını ifade etmek üzere metafor olarak kullanılmıştır.

Leviathan, T. Hobbes’in Devlet karşısındaki bireyin hakları üzerine yazdığı eserinin de adıdır. Kitapta, görevlerini kötüye kullanan devlet canavarlaşacağı yani Leviathan’a dönüşeceği göndermesi vardır.

Bu örnekler, pek iyi bilindiği gibi uzatılabilir. Nazi-Komünist devletler ya da diğer bütün kötü yöneten devletler şu veya bu sanat eserinde, romanda, hikâyede, filmde Leviathan metaforu ile anlatılmıştır. Dolayısıyla ceberut devleti ima eden canavar mecazı artık çok bilinen, çok kullanılan, hiçbir sürprizi, düşünce ufkumuza yeni bir katkısı olmayan bir metafordur. Hani derler ya, kötü senaryoda karakterler karakter değil, “stereotip”tir diye… Leviathan tam da bu anlamda, bir sanat eserinde kullanılacak metafor olmamalıdır. Çünkü artık stereotipleşmiştir. Biricikliğini, sürprizini vs. kaybetmiştir.

Yönetmen Andrey Zvyagintsev, Dönüş (Vozvrashchenie - (2003) filminde, “içinde babanın kımıltısız bedeni olan sandık” paradoksuyla seyircisini çok uzun zaman meşgul edebilmişken, son filminde böylesine eskitilmiş, artık siyasal bilgiler fakültelerinde okutulmaktan dolayı gündelik bir ders materyali (sanatın tercih edeceği bakir bir şey değil) ve giderek cafe ve kantin muhabbeti örneklemesine dönüşmüş mecazı neden kullanmış? Sorunun cevabı yukarıda bir parça verilmişti. Andrey Zvyagintsev, tıpkı bizim ödül avcısı kimi yönetmenlerimizin düştüğü tuzağa düşmüş görünüyor (veya ben öyle sanıyorum!).

Batı Avrupa sineması (modern sinema) ve bu sinemayı gişe sinemasına dönüştüren Hollywood aynı özden besleniyor, aynı türküyü söylüyorlar: Hümanist kültürü kendi medeniyetleri lehine sürekli yeniden üretmek ve böylece sürdürülebilir kılmak. Oysa cümle âlemin bildiği gibi artık ne Batı kültürü ve sineması, ne de Hollywood sineması bunu yapabiliyor. Bu yüzden Postmodern bir edebiyat/sanat doğdu. Sanatta Batı’nın kibri yıkılıp gitmek üzereyken, Rus devletinin devasa kibrini, bu eskitilmiş ikonografiyle ve hiçbir yenilik katmadan anlatmaya çalışması yüzünden Andrey Zvyagintsev, beni samimiyetine inandırmış görünmüyor! Oysa sanatın en önemli dayanağı samimiyet ve bunun izleyiciye hissettirilmesi, değil midir?

Filmin samimi tarafları ise uçsuz bucaksız bir buz çölünü andıran kasvetli coğrafyada donmak üzereymiş gibi yaşayan mat karakterler… Merkez ve taşradaki Rus insanının (örnek Belediye Başkanı Vadim Cheleviat - Roman Madyanov) ahlakındaki derin yozlaşma… Ergenlik sancıları çeken bir çocuğun (Roma= Sergey Pokhodaev) kaprisleri… Çok güvenilen bir arkadaşın (Av.Dmitriy Seleznyov=Vladimir Vdovichenkov) ihanetine uğrayan Nikolay’ın (Aleksey Serebryakov) seyirciyi kahreden çaresizliği… En sevgilinin sadakatsizliği…

Leviathan’ın unutulmaz iki sahnesinden biri, artık duvardan indirilip ambarlara atılmış Sovyet liderlerinin çerçeveli portrelerinin şişe şişe vodka tüketilen bir piknikte, silah atışı için hedef tahtası olarak kullanılması… İntihar mı ettiği yoksa cinayete mi kurban gittiği bilinemeyecek olan sadakatsiz eşin (Lilya= Elena Lyadova) deniz kenarında, pişman ve çaresiz otururken Leviathan sulietinin (filmde bir balina elbette) sudan çıkarak kendini göstermesi…

Leviathan Oscar alabilir mi? Evet alabilir. Tam da yukarıda söylediğim sebeplerden dolayı.

Leviathan (Leviafan) - Yönetmen: Andrey Zvyagintsev - Senaryo: Oleg Negin, Andrey Zvyagintsev - Görüntü yönetmeni: Mikhaïl Krichman -Oyuncular: Aleksey Serebryakov, Elena Lyadova, Roman Madianov… Tür: Dram, Ülke: Rusya 2014.







Not: Leviathan'ın dini kökenleri hakkındaki bilgi ve yorumlarda Sara Yanarocak'ın Efsanevi Yaratıklar isimli yazısından yararlanılmıştır.





Türkiye Cumhuriyeti Hangi Türk Devletlerinin devamıdır?

$
0
0
Türkiye Türklerinin kurduğu Türkiye Cumhuriyeti şu büyük devletlerin devamıdır: 
1. Güktür Hakanlığı;*
2. Karahanlı Hakanlığı; 
3. Seçuklu Hakanlığı; 
4. Anadolu Selçuklu Hakanlığı; 
5. Osmanlı Hakanlığı 
Ve
Türkiye Cumhuriyeti. 

Hakanlık*, boyların birleştirildiği konfederasyon şeklindeki yönetim anlamındadır. Batılıların İmparatorluk kavramı tam olarak Türk devlet yapı ve geleneğini karşılamaz. 

Anadolu Selçuklu ile Osmanlı ise diğerlerine göre zaman ve mekan (coğrafya) bakımından daha gelişmiş ve görece "modern" devlettirler!

Şah İsmail'in Anadolu Türkmenlerinin desteği ile kurduğu Büyük Safevi Hanlığı, Göktürklerden Türkiye Cumhuriyetine uzanan devlet ve siyasi kültür geleneği kadrosunda değildir ama bir Türk devletidir. 

Bunun gibi Avrupa Hunları, Hazarlar, Bulgarlar, Akkoyunlular, Karakoyunlular, Harzemşahlar, Gazneliler, Memluklular, Babürlüler gibi irili ufaklı olup çeşitli coğrafyalarda, kısa veya uzun ömürlü, boy asabiyetine dayalı kurulmuş devletler de, Göktürk Kağanlığından Türkiye Cumhuriyetine tevarüs eden siyasi geleneğin içinde farz edilemez. Bu devletler daha çok Türk genel tarihinin geniş kadrosu içinde değerlendirilebilir. 

Türkçü tarihçi Nihal Atsız'ın isabetli biçimde tespit ettiği gibi, -Türkiye Cumhuriyeti ile sonuçlanan vatan açıp devlet kurma geleneği çerçevesinde- 16 imparatorluk kurup yıkmak bir gazeteci fantazisi ve hamasi aktüalite. Rahmetli Hocam Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu'nun ispatladığı gibi, bu devletlere atfedilen 16 devlet bayrağı da, -bilhassa 12 Eylül'den sonra şişirilen- hamasi bir fanataziden başka bir şey değildir. 

Tek devlet pek çok hanedan mı, çok kurup çok yıkmak mı?

$
0
0
Türkiye Cumhuriyeti Hangi Türk Devletlerinin devamıdır?
Türkiye Türklerinin kurduğu Türkiye Cumhuriyeti şu büyük devletlerin devamıdır:
1. Göktürk Hakanlığı;
2. Karahanlı Hakanlığı;
3. Selçuklu Hakanlığı;
4. Anadolu Selçuklu Hakanlığı;
5. Osmanlı Hakanlığı
ve
Türkiye Cumhuriyeti.

*Hakanlık, boyların birleştirildiği konfederasyon şeklindeki yönetim anlamındadır. Batılıların İmparatorluk kavramı tam olarak Türk devlet yapı ve geleneğini karşılamaz.

Anadolu Selçuklu ile Osmanlı ise diğerlerine göre zaman ve mekan (coğrafya) bakımından daha gelişmiş ve görece "modern" devlettir!

Şah İsmail'in Anadolu Türkmenlerinin desteği ile kurduğu Büyük Safevi Hanlığı, Göktürklerden Türkiye Cumhuriyetine uzanan devlet ve siyasi kültür geleneği kadrosunda değildir ama bir Türk devletidir. Bunun gibi Avrupa Hunları, Hazarlar, Bulgarlar, Akkoyunlular, Karakoyunlular, Harzemşahlar, Gazneliler, Memluklular, Babürlüler gibi irili ufaklı olup çeşitli coğrafyalarda, kısa veya uzun ömürlü, boy asabiyetine dayalı kurulmuş devletler de, Göktürk Kağanlığından Türkiye Cumhuriyetine tevarüs eden siyasi geleneğin içinde farz edilemez. Bu devletler daha çok Türk genel tarihinin geniş kadrosu içinde değerlendirilebilir.

Türkçü tarihçi Nihal Atsız'ın isabetli biçimde tespit ettiği gibi, -Türkiye Cumhuriyeti ile sonuçlanan vatan açıp, devlet kurma geleneği çerçevesinde- 16 imparatorluk kurup yıkmak bir gazeteci fantazisi ve hamasi aktüalitedir. (Bu konuda Prof. Dr. Kemal Üçüncü'nün "Kaç Devlet Kurduk Kaç Devlet Yıktık" isimli makalesinin yayınlandığı web adresi eklenmiştir. (Okumak için tıklayınız) 
Rahmetli Hocam Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu'nun ispatladığı gibi, bu devletlere atfedilen 16 devlet bayrağı da, -bilhassa 12 Eylül'den sonra şişirilen- hamasi bir fanataziden başka bir şey değildir. Prof. Dr. Kafesoğlu hocamın Şubat 1981 tarihinde Yıllar Boyu Tarih dergisi yazarı Ertan Ünal ile yaptığı mülakatın o bölümü:
Prof. Dr. İ. Kafesoğlu

Öte yandan Türk Kültürü'nün 251. sayısında sıralandığı gibi Asya Hun Hakanlığı'ndan (M.Ö. 400 - M.S. 48) itibaren kurulan Türk devletlerinin (Hakanlık, Hanlık, beylik vb.) sayısı da 110 civarındadır. Bunların 15'i gerçekten de dünya tarihini kökten değiştiren büyük devletlerdir. Türkiye Cumhuriyeti armasında 16 yıldızla temsil edilen ve 13 bayrak uydurulan (3'ü doğru) bu Türk devletlerinin asıl sayısı, doğru isimleri aşağıdaki fotokopideki gibidir.

Prof. Dr. A. Donuk
 Prof. Dr. Abdülkadir Donuk, Türk Kültürü Dergisi,
Mart 1984, Sayı: 251. 



Fifty Shades of Grey (Grinin Elli Tonu): Saint Valentine Day’s miSaint-Sexshop pazarlamacılığı mı?

$
0
0
"Mazoşist-odalık adayı genç kız aptal aptal bakar".
Cinsellik, sinema daha doğmadan önce edebiyatta bütün yönleriyle işlenmiş bir temadır. Kültürel katmanlar arasında sürekli aşağıya itilen ama inatla başkaldıran veya ağız açıp her şeyi içine alan bu konu, üremenin dışında haz yönüyle öne çıkartılır. İlk çağlarda şiir, heykel ve efsaneler yoluyla nesilden nesle aktarılır. (Zeus'un fitne fücur hayatı bunun en güzel örneğidir:) Daha sonra edebiyatın vazgeçilmez “alt tür”lerinden biri olur. 

Semavi dinler konunun “edep ve ahlak” çerçevesinde işlenmesini buyurur. Tevrat, İncil ve Kur’an kıssaları dindarlar için yol gösterici örneklerdir. Firavun'un Hz. İbrahim’in güzel eşi Saray’a âşık oluşu (Tevrat), Magdalalı Meryem’in recm ile öldürülmesinin önüne geçen Hz. İsa’nın tutumu (İncil) ve Yusuf’un güzelliği karşısında kendinden geçerek ateşlenen Züleyha (Kur’an) vakaları bize birer olay mı anlatıyorlar? Hayır! İnsanoğluna bahşedilen cinsel haz karşısında, "yaptıkları" ile sıradan insanlar olmaktan çıkarak “karakter”leşen bireyleri örnekliyorlar. Yani cinselliğin kendisi vak'ayı adiyedendir. Herhangi bir birey cinsel durumların herhangi biri ile yüz yüze gelebilir. Ama önemli olan bu durum karşısında ne yaptığıdır! İşte din bize bunu öğretir. Her bir insana bahşedilmiş cinselliğin oramıza taktığı yular peşinden mi gideceğiz o yuları elimize mi alacağız…

Modern edebiyat kıssadan hisse çıkarmak veya “en yüksek ahlaka” eklemlenmek için mücadele eden karakterler inşa etmek niyetiyle yola çıkmaz. O bütün merakı ile yatak odasını röntgenler, sırları ifşa eder. Siyasi ve dini ikiyüzlülüğün sosyal hayat ile geleneklerin bütün bentlerini yıktığı bir çağın ipini koparmış, serbestliği özgürlük sanan bireylerini neredeyse bitpazarında sergiler… Madam Bovaery, Lady Chatterley’in Sevgilisi, Oğlak Dönencesi ve daha yüzlerce edebiyat ürünü, kurumsallaşmış her türlü sosyal ve kültürel duruma başkaldıran cinsel içerikli yazın örnekleridir.

Avrupa Orta Çağı’nı yaşarken daha sonra kendi içine yıkılacak ve sürdürülemeyecek bir “erken-modern” dönem yaşayan Osmanlı’ya dönüp baktığımızda durum pek farklı değildir. Kıraathane edebiyatı olarak maskelenen veya alt kültür olarak derinlere itildiğini sandığımız cinsellik edebiyatı, aslında saray çevresinde de varlığını sürdüren bir olgudur. Bahnamelerle, meddahnameler (Bunlardan en ünlüsü meddah Tıflî Efendi’dir; ölm: 1659) rücu sanatı ile yapılan cinsel göndermelerle dolu şiirler, oğlancılık, ablacılık gibi ipini cinselliğin eline vermiş, zevk u safa peşinde koşanların varlığı aşikardır. Murat Bardakçı’nın tartışmalar yaratan kitabı Osmanlı’da Seks bu konuda yeterli bir referanstır.

Gelelim filmimize…
Mahlası E. L. James olan Erika Mitchell’in romanından sinemaya uyarlanan Grinin Elli Tonu, sevgililer gününde bütün dünyada gösterime sokuldu. Filmin bu türetilmiş özel günde gösterime sokulmasındaki asıl amaç, en büyük hasılatı toplamak olmalı. Romanın satış rakamlarına bakılırsa yaklaşımın sonuç getireceği kesin… Buraya kadar tamam, etik dışı bir şey yok! Çünkü sinema sektörü dev bir ağ, milyonlarca insanın geçim kaynağı. Ha bir tarihi film, ha bir bilim kurgu ya da sevgililer günü teması…

Fakat durum sadece bu bakış açısıyla geçiştirilemeyecek kadar karmaşık. Çünkü bir film, sektörle ilgili tarafları yanında seyirciye neyin, nasıl sunulduğu bahsiyle de ele alınması gereken ciddi bir medya aracı. Sinemanın duygularımızı ve gerçeklik algımızı değiştiren, kimi zaman doğrudan bilinçaltına çalışan keskin yanı bu filmde porno sektörü adına istismar ediliyor ki, asıl mesele bu… Edebiyat ve sinema sanatının özel halinden çok porno sektörüne kazanç sağlamak için türetilmiş bir edebiyat ve sinema olayı ile karşı karşıyayız. Kapitalist tezgahtarların Noel Baba ve anneler günü pazarlarından sonra bir üçüncü olarak hayata geçirdiği sevgililer gününde, insanlar artık gül demetlerine, lüks otel rezervasyonlarına para harcamayacak gibi görünüyor. Bunun yerine kırbaçlar, Filistin askıları, ağız topları, göz bantları ve daha onlarca çeşit modernize edilmiş işkence aletine para ödeyecekler! Tabii bir de sözleşme ve avukat parası. E olur da sadist olan mazoşist olana zarar verirse sonradan bela olmaması için rıza belgesi olsun diye…

Grinin Elli Tonu, sinema sanatı formunda hınzırca yapılmış bir “bilinçaltı” vuruşu evet ama Soğuk Savaş döneminde gençlik üzerinde sanat yoluyla, kapitalist ve komünist “X mühendisler” tarafından yürütülen operasyonların kalitesine ulaşamayan cinsten bir vuruş. Bilhassa ergenler ve hayatları boyunca cinsellikte aradığını bulamamış geçkinlerin muhtemelen üst üste birkaç defa seyredeceği Grinin Elli Tonu, hem öyküsü, hem öyküleniş biçimi ile çok sıradan: İnternet yoluyla beyinleri dumura uğratılmış, roman sanatının klasiklerinden, sinema sanatının aynı konuları işleyen hit yapımlarından bihaber “digi-kafalı”, ben-merkezci sözde bireyler için sunulan, tavşanın suyunun suyu.

Grinin Elli Tonu’nda yoksul, bakire ve üniversiteli bir kızdan, gönüllü bir “mazoşist-odalık” yaratmaya çalışan, çocukluğunda istismar görmüş bir medya milyarderinin ahlaksız teklifi, genç kızın bu teklif karşısında geçirdiği tereddütler, “anal ve vajinal yumruk” gibi seçenekleri silerek sözleşmeyi imzalama aşamasına gelmesi, bekaretini kaybedişi vs. vs. anlatılıyor. Ki bu anlatım tarzı yani kızın hislerine kapılarak azar azar gönüllü köleliği yaşamaya başlaması, hayatı bilmeyen toy gençler için adeta bir rehberlik dersine dönüşüyor… Yukarıda söz ettim: hormonlarının etkisi altında cinsel haz peşinde olmaları çok doğal gençlerin heyecandan ağzı açık seyredeceği Grinin Elli Tonu, bu bağlamda da son derece “muzır” bir film. 

Çünkü... 
Grinin Elli Tonu'nun gidip gideceği yer Orta Çağ'da Engizisyon rahiplerinin, Aristokrat küstahların, Drakula gibi "dinî bağnazlıkla patolojik zamimliği" meczetmiş Derebeylerin, Kralların emirleriyle mükemmelleştirilmiş işkence aletleri ile dolu bir odadır. Peki yazar bu odayı nasıl keşfetmiştir? Anlattıklarını bizzat yaşamış mıdır yoksa ikinci, üçüncü kaynaklardan mı derlemiştir?  Bunlara cevap veremem ama bu tür romanmarda (tabii bu filmde de) Batılının şuur altında öldürülemeyen bir yılan gibi duran "karanlık çağ'a" dair kabusların bir şekilde akla uygun hale getirilerek dışa vurulduğunu düşünüyorum.

Sözün özü, Batı artık sanat üretme kabiliyetini yitirmiş görünüyor. Kelimenin gerçek manası ile kusuyor, kusuyor, kusuyor...

Bööööö... 

KÜNYE
Yönetmen: Sam Taylor-Johnson
Senaryo: Kelly Marcel (E.L. James romanından) 

Oyuncular: Dakota Johnson, Jamie Dornan, Jennifer Ehle

Türkiye için tavsiye edilen Yaş; 18+
IMDb tavsiye edilen yaş R*

Reyting




*R: 
Kısıtlı - 17 yaş altında ebeveyn veya yetişkin eşliğinde izlenmesini gerektirir. Bu filmler yer yer yetişkinlere yönelik malzeme içerir ve gençler bu filmleri izlemeden önce aileler eser hakkında ön bilgi edinmelidir. Bu ön bilgi edinilmeden 17 yaşın altındaki çocuklar bir yetişkinin refakatinde dahi R filmi seyredemez. Bu filmler hafif veya zımni seks sahneleri, uzun süreli çıplaklık, sık sık kan ve revan, güçlü korku sahneleri ve açık / yasadışı / uzun süreli ilaç kullanımı ile yoğun şiddet içerebilir.

20. Türkiye Almanya Film Festivali, Hanna Schygulla, Şener Şen, Yavuz Turgul, Klaus Eder, Cem Yılmaz ve Uğur Yücel ile açılıyor

$
0
0
20. Türkiye Almanya Film Festivali, 13 Mart’ta Türk ve Alman sinemasının starlarının katılımı ve Eşkıya filminin gösterimi ile açılıyor. Hanna Schygulla, Şener Şen ve Yavuz Turgul’a açılış galasında Onur Ödülleri takdim edilecek. Klaus Eder, Cem Yılmaz ve Uğur Yücel ise açılışa onur konukları olarak katılıyor. Festivalin 20. yıl konserinde ise kardeşliğin türkülerini, Kardeş Türküler söyleyecek! 

Festival resmi bildirisi şöyle:
20. Türkiye Almanya Film Festivali’nin programı tamamlanmış durumda. 13-22 Mart tarihleri arası etkileyici sinema filmleri, eleştirel yaklaşan belgeseller ve birçok yönetmen ve oyuncu ile söyleşiler seyirciyi bekliyor. Bu yılın onur konukları ülkelerini temsil eden üç dev sanatçı: Hanna Schygulla, Şener Şen ve Yavuz Turgul. Alman savaş sonrası sinema tarihinin belirleyici parçası olan Hanna Schygulla, birçok Avrupalı usta ile çalışarak, oyunculuk sanatı ile Avrupa sinemasına da büyük katkıda bulunmuştur. Şener Şen canlandırdığı karakterler ile taşra ile kent kültürünün entegrasyonuna büyük katkı sağlarken, kültürlerin bir arada yaşayabileceğini müthiş bir şekilde yansıtmış ve herkes tarafından benimsenebilmesine yol açmıştır. Her türlü önyargıya mizah ve samimiyet ile karşı durmak, Şener Şen’in başarı formülü olmuştur. Yavuz Turgul’un senaryoları ve Eşkıya filmi olmasaydı, Türkiye sinemasının bugün hala ne krizler yaşadığını tahmin bile edemeyiz. Filmlerinin çoğu Türkiye sinemasının tartışmasız klasiklerine, tüm zamanların „en iyileri“ arasına girmiştir.

Uluslararası Sinema Yazarları Derneği FIPRESCI Genel Sekreteri ve Festivalin Onur Ödülü sahibi Klaus Eder, açılışa katılacak ve Hanna Schygulla ile yapılacak olan söyleşinin moderasyonunu üstlenecektir. Türkiye’den de yine çok önemli iki isim Nürnberg’de bulunacaklar: Standup’ın kralı, başarılı sinema oyuncusu ve yönetmeni Cem Yılmaz, Şener Şen’in ödül konuşmasını yapacaktır. Hanna Schygulla’nın ödül konuşmasını yine başarılı sinema oyuncusu ve yönetmeni, Uğur Yücel sunacaktır. Hanna Schygulla 12 Mart tarihinde, saat 19:00’da otobiyografisinden kesitler okuyacak. Kendine özgü, ancak her zaman şiirsel olan, Brecht’in ustalığı ile Warhol’un pervasızlığı arasında duran diliyle, Hanna Schygulla otobiyografisinde tamamen kendisidir. Okurunu maceralı hayatının durakları, Almanya, Polonya ve Fransa’ya, zeki ve mütevazi bir şekilde götürmektedir. Bu yolda ünlü yoldaşları ile karşılaşır, sanatı, aşkı, sinemayı, hayatın getirdiği tesadüfleri ve yaşlı anne ve babasının bakımını dokunaklı ancak hiç bir  zaman mağrur olmayan bir dille anlatır.

Prömiyerler:
Almanya’nın en önemli festivallerinden biri olarak kabul edilen Türkiye / Almanya Film Festivali’nde Türkiye ve Almanya’dan toplam 38 film gösterilecek. Bunlardan 17 film Nürnberg prömiyeri, 8 film Almanya prömiyeri, 3 film ise uluslararası prömiyerini yapacaktır. İki filmin ise ilk gösterimleri Nürnberg’de dünya prömiyeri olarak gerçekleşecektir.

Festival’in 20. Yıl konserinde 20 yıldan uzun bir zamandır Anadolu, Trakya ve Mezopotamya’da yaşayan farklı dil ve inançlara sahip halkların şarkıları ve danslarını kendi orijinal dilleri ile çok farklı kültürlerden seyircileri bir araya getiren ve önyargıların yıkılmasına olanak sağlayan Kardeş Türküler bizi müzikal yolculuğa çıkaracak.

Festivalin on günü boyunca her iki ülkenin sinema sanatı yine canlı bir diyaloğa girecekler. 70den fazla sanatçı ve Türkiye ve Almanya sinemasınının uzmanları Nürnberg’i ziyaret edecek ve tartışmalar ve film söyleşilerine katılacaktır. Festivale basının da ilgisi yoğun: Türkiye ve Almanya’dan birçok günlük gazete ve TV Kanalı temsilcileri akredite olmuştur ve kısmen canlı yayın yapacaktır.

Programın odak noktasında, birçok sosyal, siyasal ve toplumsal konuları çok çeşitli boyutta işleyen toplam 20 filmin katıldığı uzun ve kısa metraj film yarışmaları var. Yarışma filmlerini iki ayrı jüri değerlendirecek. Uzun metraj filmleri yarışmasının jüri başkanlığını Almanya‘nın en önde gelen sinema oyuncularından ve Türkiye / Almanya Film Festivali’nin 2013 yılında Die Besucher (Ziyaretçiler) filmindeki rolü ile En İyi Erkek Oyuncu ödülünü alan Uwe Kockisch, kısa metraj film yarışmasının jüri başkanlığını ise oyuncu ve yönetmen Sema Poyraz üstlendiler. „Sinema Dünyaları“ bölümünde ise 15 güncel yapım seyirciyi bekliyor.

Programda genç yönetmenlerin ilk filmleri bulunduğu gibi, tanınmış yönetmenlerin eserleri de var. İçerikler açısından çok zengin bir festival yaşayacağız. Dostluk, aşk, gelenek ve geçmişteki çeşitli çatışmaların sinemasal işlenmesi festival programının çeşitliliğini ortaya koymakta.

Türkiye / Almanya Film Festivali, iki ülke sinema sanatı arasında kültürlerarası diyaloğa hizmet eden Almanya çapındaki en önemli festival bu yıl 20. kez gerçekleştiriliyor. Her yıl, Mart ayında Türkiye ve Almanya’dan uzun metraj, kısa metraj ve belgesel filmlere geniş bir platform sağlayan, bağımsız Türk-Alman jürilerine sahip kısa ve uzun metraj film yarışmalarına sahip festival, izleyicilere iki ülke sinemasının güncel örneklerini benzeri olmayan geniş bir yelpazede sunuyor. Kültürlerarası alışverişin, karşılıklı anlayış ve entegrasyonun desteklendiği bu festival sinemacıların, sanatçıların ve seyircilerin arasında yaşanan diyaloğun önemli bir platformu olmuştur.

Program Ayrıntıları:
I): Festival Açılışı, 13 Mart 2015, Saat 19:00             
Festival Açılışı 13 Mart 2015 tarihinde, saat 19:00’da Nürnberg Belediye Başkanı Dr. Ulrich Maly’nin katılımı ile gerçekleşecektir.

Açılış Töreninde Hanna Schygulla, Şener Şen ve Yavuz Turgul’a onur ödülleri takdim edilecektir.

Açılış töreninin diğer özel konukları: sinema oyuncusu ve yönetmeni Cem Yılmaz, sinema oyuncusu ve yönetmeni Uğur Yücel, uluslararası sinema eleştirmenleri ve yazarları federasyonu FIPRESCI‘nin genel sekreteri Klaus Eder.

II): Yarışma Filmleri                                                                  
Uzun metraj yarışma bölümüne, beşi Türkiye, dördü Almanya yapımı, aralarında Almanya ve Nürnberg prömiyerleri bulunan toplam 9 sinema filmi bulunmakta. Türü ve konuları bakımından geniş bir sinemasal yelpazeye sahip olan filmlerde aile, arkadaşlık ve bireysel özgürlük gibi temalar işlenmekte.
Türk-Alman Jürisi 3 ödül verecektir:
•En İyi Film
•En İyi Kadın Oyuncu
•En İyi Erkek Oyuncu
Bunun yanısıra "Seyirci Ödülü" ve "Öngören Ödülü" verilecektir.
Ödüller 21. Mart´ta saat 21.00´den itibaren Tafelhalle´de sahiplerini bulacak.

Almanya´dan katılan yarışma filmleri:
2014 yılında Bavyera Film Ödülü’nü alan Agnieszka’da Tomasz Emil Rudnik, Polonya’da hapishaneden tahliye olduktan sonra, yeni bir hayata başlamak için Almanya’ya kaçan genç bir kadına odaklanır. Ancak burada da hayat Agnieszka’nın beklediği gibi değildir.
Jonas Grosch ve Carlos Val’in yönettiği bestefreunde (kankalar) Berlinli genç bir kadının, kaybettiği bir dostluğu yeniden kazanma savaşı ve bir türlü kabullenmek istemediği yetişkinliğe adım atmak üstüne esprili bir dille anlatılan kıssadan hisse.

Nachthelle (Gecenin Aydınlığı) filminde Florian Gottschick eski köylerinde güzel bir hafta sonu planlayan iki çiftin geçmişle ve bugünle hesaplaşmak zorunda kalmalarını anlatıyor.
Kadir Sözen’in Von glücklichen Schafen (Mutlu Kuzular) filminde çocuklarına iyi bir hayat sunmak için seks işçisi olarak çalışan Esma’nın oğlunun sırrını öğrenmesini ve bütün ailenin hayatının dengesini yitirmesini konu alır.

Türkiye´den katılan yarışma filmleri:
İçimdeki İnsan filminde Aydın Sayman bir gazetecinin bir araştırma yapmak üzere uzun yıllar sonra doğup büyüdüğü taşra kentine gitmesini ve orada nedensiz bir şekilde müdürünü öldüren çocukluk arkadaşının kaderinin kendisini de içine çekmesini anlatır.
Caner Alper ve Mehmet Binay Çekmeceler filminde genç bir kadının bir rehabilitasyon sürecinde geçmişe dönmesini ve ruhunda kilitli kalmış çekmeceleri açarken eski günlerden gelen derin yaralar da bir bir ortaya çıkar.

Derviş Zaim’in son filmi Balık’ta balıkçılık yaparak yaşamını sürdüren bir ailenin hikayesine tanık oluyoruz. Hasta kızının tedavisi için paraya ihtiyacı olan babanın avlanma yöntemlerini değiştirip hem doğaya hem kendine ve ailesine büyük hasarlar verir.
Kazim Öz He Bû Tune Bû (Bir Varmış Bir Yokmuş) adlı kurmaca belgeselinde Türkiye’nin doğusundan tarım işçiliği yapmak için Ankara bölgesine gelen bir ailenin hikayesinin bir aşk ile yön değiştirmesini anlatır.

Neden Tarkovski Olamıyorum’da Murat Düzgünoğlu Tarkovski gibi filmler çekmek isteyen, ancak hayatını ucuz TV filmleri çekerek kazanmak zorunda olan bir yönetmenin hayal kırıklıklarına odaklanır.

Uzun Metraj Sinema Filmleri Seçici Kurulu
20. kez düzenlenen Türkiye / Almanya Film Festivali yine değerli bir yarışma jürisini selamlamaktan gurur duyar. Uzun Metraj Jüri Başkanlığını bu yıl Uwe Kockisch üstlenecektir. Doğu Almanya’da doğan Kockisch 20 yıl ünlü Maxim Gorki Tiyatrosu’nda sahne aldıktan sonra sinemaya geçiş yapar. Birçok TV dizisinde de rol alan başarılı oyuncu 2013 yılında Türkiye / Almanya Film Festivali’nde Die Besucher (Ziyaretçiler) filmindeki rolü ile En İyi Erkek Oyuncu ödülünü almıştır.

•Uwe Kockisch, Jüri Başkanı, Oyuncu, Madrid
•Biket İlhan, Yönetmen ve Yapımcı, İstanbul
•Mehmet Günsür, Oyuncu, Roma
•İdil Üner, Oyuncu ve Yönetmen, Berlin
•Marc Rensing, Yönetmen, Berlin
•Matthias Damm, Sinema Yöneticisi, Nürnberg

Seyirci Ödülü:
Jüri’nin yanısıra seyirciler 2015’te de kendi beğenilerine göre bir filme „Seyirci Ödülü“nü verecekler.

Öngören Ödülü:
InterForum her festivalde olduğu gibi bu yıl da yarışma bölümünden bir filme Öngören Demokrasi ve İnsan Hakları Ödülü´nü verecek. Ödül, yayımcı Mahmut Tali Öngören´in anısına verilmektedir.

III): Kısa film Yarışması                                                     
1992‘den itibaren festival kısa filmlerin tanıtımına özel bir önem vermiş ve 1994´de Kısa Film Yarışmasını başlatmıştır.
Bu yıl yarışmaya seçilen toplam 11 kısa filmin beşi Türkiye‘den ve altısı Almanya‘dan katılıyor.

Kısa film yarışma filmlerinin tanıtımını web sayfasından edinebilirsiniz:
http://www.fftd.net/1/filmler/kisa-film-yarismasi.html

Türk-Alman Jüri 3 ödül verecektir:

•En İyi Kısa Film
•En İyi 2. Kısa Film
•En İyi 3. Kısa Film

Kısa Film Yönetmenleri Nürnberg´de:
Festival kısa film yarışmasına katılan tüm yönetmenleri biraraya getirmekte ve tüm seyahat masraflarını karşılamaktadır.

Kısa Film Yarışması Seçici Kurulu:
Kısa Film Jürisi´nin bu yılki başkanlığını, yazar, oyuncu ve yönetmen Sema Poyraz üstlenecektir

2014 Kısa Film Seçici Kurul Üyeleri:
•Selma Poyraz, Oyuncu ve Yönetmen, Berlin
•Devin Özgür Çınar, Oyuncu, İstanbul
•Grzegorz Muskala, Senaryo Yazarı ve Yönetmen, Berlin
•Tibor Baumann, Yazar ve Sinemacı, Nürnberg

IV): „Sinema Dünyaları                                                       
Festivalin yarışma dışı programının bu bölümüne Türkiye´den 5, Almanya´dan 5 ve 4 Türkiye/Almanya ortak yapım filmleri katılmaktadır. Bu yıl ayrıca bir Gürcistan/Almanya yapımı film de gösterimde olacaktır.

Programda tam beş komedi ile Festival bu yıl „komik“ olabileceğini de ispatlamış olacaktır. Ancak elbette „şahsi meseleleri“ irdeleyen filmler olduğu gibi toplumsal konulara da odaklanan ve birçok festivallerden ödüllerle dönen dramlar da programı zenginleştirecektir.
Sinan Akkuş 3 Türken und ein Baby (3 Türk ve bir Bebek) filminde, hayatları zaten raydan çıkmış üç Türkiyeli erkek kardeşin hayatlarına bir de bebeğin girmesi ile iyice çıkmaza girmelerini anlatır.

300 Worte Deutsch (300 Kelime Almanca) filminde Züli Aladağ entegrasyon ve import gelinler meselesine mizahi bir şekilde değinirken, hikayesini aşkla tamamlar.

Buket Alakuş Einmal Hans mit scharfer Soße (Acılı bir Hans Lütfen) filminde genç bir Türkiyeli kadın neredeyse imkânsızı ister: Akdeniz sıcaklığına sahip olan Alman bir koca!
Sıradışı bir polisiye olan, Onur Ünlü’nün Itirazım Var filminde sıradışı bir imam bir cinayeti çözmeye kalkar.

Ömer Uğur’un komedisi Guruldayan Kalpler’de, modern sanat eserleri yaratan bir kadın sanatçı evine hırsızlık yapmak için giren, hayatını varoşlarda geçirmiş olan ve sanattan hiç de anlamayan saf bir adamı işe alır…

Usta yönetmen Reha Erdem’in son filmi Şarkı Söyleyen Kadınlar, yaşamları farklı engellerle sıkıştırılmış bir grup kadının, inanç, cesaret ve enerji ile hayatın farklı boyutlarına yaptıkları heyecan verici insani serüvenlerine eşlik ediyor.

Kutluğ Ataman galasını Berlinale’de yapan filmi Kuzu’da, parasızlıktan oğluna bir sünnet düğünü yapamayan bir anne kocası ve köy halkından trajikomik bir şekilde intikam alır.
Yönetmenliğini Burhan Qurbani’nin üstlendiği siyah/beyaz filmi Wir sind jung. Wir sind stark. (Genciz. Güçlüyüz) 1992 yılında Rostock’da bir sığınmacı yurduna yapılan saldırıyı konu alıyor.

Türkiye’nin genç kült yönetmeni Çağan Irmak Unutursam Fısılda adlı son filminde birbirinden çok farklı iki kız kardeşin bir aşk ve müzik tutkusu yüzünden ayrı düşmelerinin hikayesini anlatıyor.

Biket İlhan’ın Yarım Kalan Mucize’sinde genç Türkiye Cumhuriyeti’nde kurulan Köy Enstitülerini ve genç bir kadının kaderini değiştirme isteğiyle feodal topluma karşı savaşını konu ediyor.

Hüseyin Karabey, Berlinale’de prömiyerini yapan Were Dengê Min (Sesime Gel) filminde Doğu Anadolu’da bir köyde bir jandarma baskını sonucunda tutuklanan tüm erkeklerin tutuklanmasını ve yaşlı bir kadının torunuyla birlikte oğlunu kurtarmak için yollara düşmesini anlatıyor.

TRISTIA – Eine Schwarzmeer-Odysee (TRISTIA – Bir Karadeniz Odisesi) belgeselinin yönetmeni Stanislaw Mucha bizi Karadeniz kıyılarına, Asya ile Avrupa’nın sınırına, barbarlığın ve medeniyetlerin doğduğu topraklara götürüyor.

Nuri Bilge Ceylan imzalı, Cannes Altın Palmiye Ödüllü Kış Uykusu Kapadokya’da bir otel işleten ve burada genç ve güzel karısı ve yeni boşanmış kız kardeşi ile birlilkte yaşayan emekli bir oyuncunun hikayesi anlatılır. Kış geldiğinde otel onlara hem bir sığınak, hem de birbirleriyle hesaplaştıkları bir sahne olur.

Festival bu yıl Gürcistan’dan da bir filmi konuk etmekten büyük sevinç duymakta. George Ovashvili’nin yönetmenliğini yaptığı Simindis Kundzuli (Mısır Adası) filminde yaşlı bir çiftçi torunu ile Enguri nehrinin ortasında geçici olarak oluşmuş küçük bir adacığın toprağını işlerler. Nehir, Abhazya ile Gürcistan arasında sınırı teşkil etmekte ve aynı zamanda yapılan ateşkes anlaşmasını sembolize etmektedir. Lal Gece filmindeki performansı ile 2012 yılında Türkiye/Almanya Film Festivali’nde En İyi Erkek Oyunucu ödülünü alan İlyas Salman’ın başrolünü üstlendiği film Karlovy Vary Film Festivali’nde En İyi Film ödülünü almıştır.
V) Onur Ödülleri: Oyuncu Hanna Schygulla, Oyuncu Şener Şen ve Senaryo Yazarı ve Yönetmen Yavuz Turgul
Türkiye / Almanya Film Festivali, Hanna Schygulla, Şener Şen ve Yavuz Turgul gibi üç büyük sanatçıya Onur Ödülü vermekten gurur duymaktadır.

Hanna Schygulla Fassbinder ile ortak çalışmalarıyla Alman savaş sonrası film tarihinin belirleyici parçası olmuştur. „Maria Braun’un Evliliği“ ile dünya çapında üne kavuştuğunda kendisini starlıkla özdeşleştirmek istememesiyle hayatına farklı bir yön vermeye karar verir. İşinin rutine dönüştüğünü hissedince, risk aldı, birbirinden çok farklı Avrupalı yönetmenlerle çalıştı, aşkının peşinden Paris’e, tatlı bir sürgüne gitti. Böylelikle Alman sinema sanatının Avrupa sinemasında temsilcisi oldu ve Avrupa sinemasına büyük katkı sağladı.

Şener Şen’in kariyeri olağanüstü bir şekile sürekli zirvede kalmıştır. Türkiye’de Kürt sorunu neredeyse iç savaş boyutlarına varmışken Şener Şen, dilinde güneydoğu insanının şivesi ile tüm ülkenin sempatisini kazanmayı başardı. Taşra ile kent kültürünün entegrasyonuna büyük katkı sağlarken, kültürlerin bir arada yaşayabileceğini müthiş bir şekilde yansıttı ve herkes tarafından benimsenebilmesine yol açtı. Her türlü önyargıya mizah ve samimiyet ile karşı durmak, Şener Şen’in başarı formülü oldu.

Yavuz Turgul’un senaryoları ve Eşkıya filmi olmasaydı, Türkiye sinemasının bugün hala ne krizler yaşadığını tahmin bile edemeyiz. Gazetecilik eğitimi ve gazeteci olarak ilk deneyimlerinden sonra senaryo yazarı olarak sinemaya geçiş yapan Turgul, hızla 80li yılların en başarılı en nitelikli ve gişesi en bol filmlerin yazarı oldu. Filmlerinin çoğu Türkiye sinemasının tartışmasız klasiklerine, tüm zamanların „en iyileri“ arasına girdi.

Hanna Schygulla Seçkisi:
•Mavi Sürgün, Yönetmen: Erden Kıral, 1993, TR/D/GR
Şener Şen ve Yavuz Turgul Seçkisi:
•Eşkıya, Yönetmen: Yavuz Turgul, 1996, TR
•Muhsin Bey, Yönetmen: Yavuz Turgul, 1987, TR

VI: Yaratıcı Kuşak İçin – Okul seansları
Festival, seçilmiş 9 filmi Nürnberg´de değişik seviyede okul sınıflarına toplam 22 gösterim gerçekleşecektir.
Yaratıcı Kuşak İçin başlıklı program bölümü için seçilen filmler:

1.3 Türken und eine Baby (3 Türk ve Bir Bebek), Yön. Sinan Akkuş, D 2014
2.Agnieszka (Yön. Thomasz Emil Rudzik, D 2014)
3.Achtzehn – Wagnis Leben (Onsekiz – Hayat Cesaret İster), Yön. Cornelia Grünberg, D 2014
4.300 Worte Deutsch (300 Kelime Almanca), Yön. Züli Aladağ, D 2014
5.Einmal Hans mit scharfer Soße (Acılı bir Hans, Lütfen), Yön. Buket Alakuş, D 2013
6.Kuzu, Yön. Kutluğ Ataman, TR 2014
7.Were Dengê Min (Sesime Gel), Yön. Hüseyin Karabey, TR 2013
8.Balık, Yön. Derviş Zaim, TR 2014
9.Wir sind jung. Wir sind stark. (Genciz. Güçlüyüz), Yön. Burhan Qurbani, D 2014
VII: 20. Yıl Konseri: Festivalin 20. Yılında Kardeşliğin Türküleri Söylenecek

Kardeş Türküler 20 yıldan uzun bir zamandır Anadolu, Trakya ve Mezopotamya’da yaşayan farklı dil ve inançlara sahip halkların şarkıları ve danslarını kendi orijinal dilleri ile çok farklı kültürlerden seyircileri bir araya getirdi ve önyargıların yıkılmasına olanak sağladı. Grup müzikleri ve dans gösterileri ile toplumsal barışa katkıda bulunmak ve çokkültürlü ve çok inançlı bu toprakların binlerce yıllık geleneğinde farklılık ve ortaklıkların yarattığı zenginliklere dikkat çekmek istiyor.

Kardeş Türküler Türkçe, Kürtçe, Ermenice, Arapça, Çerkezce, Romanca, Süryanice, Makedonca ve birçok başka dildeki türküleri dünden bugüne taşıyor.
Konser Çarşamba, 18. Mart 2015 tarihinde gerçekleşecek.
 Saat: 21:00
 Yer: Tafelhalle
 Äußere Sulzbacher Str. 60-62, 90491 Nürnberg
Biletler www.tafelhalle.de veya Kultur Information (0911 231 4000)‘dan temin edilebilir.

VIII): Festivalde Sanatçılarla Söyleşiler                                                          
Nürnberg’e festival süresince 50’den fazla, aralarında Cem Yılmaz, Uğur Yücel, Klaus Eder, Zeki Demirkubuz gibi Türkiye ve Almanya Sinemasının ünlü isimlerinin de bulunduğu, konuk bekleniyor.

Festival için söyleşiler özel önem taşıyor. Hem bilgi hem de kültürel iletişim açısından Nürnberg seyircisinin özenle takip ettiği söyleşiler iki dilde gercekleştiriliyor.
Festivalde gerçekleşecek olan söyleşiler web sitesinde özel olarak açıklanacaktır.

IX): Festivallounge             
„Klangstrecke” piyanist Johanes Reis’in kurdupu caz dörtlüsü. Grup festival için müzikal ağırlığını Latinamerika ritmine (Bossa Nova, Samba, Rumba) verecek.

„Bogenreise” Friederike Oertel (Violin) ve Johannes Reis (Piyano) Gypsy Swing, Irlanda olk Müziği, Klezmer ve Latinamerika’nın melodileri ile bizi bir dünya yolculuğuna çıkaracak.
Kapanış Partisi: „QuantenSprung” Anadolu Rock Grubu: Ceylan Aytugan (Bas Gitar) Erdal Cec (Vokal/Gitar) Hans Götz (Saksofon/Gitar)  Ralf Gebhardt (Klavye) Gruptaki kültürel füzyon müziklerine de mükkemel bir şekilde yansımaktadır.

X): Ödül Töreni, Cumartesi, 21 Mart, Saat 21:00, Tafelhalle     
Festival’in ödülleri Cumartesi, 21 Mart, saat 21:00’de Tafelhalle’de jüriler tarafından açıklanacaktır. Festivale katılan tüm sanatçı konuklar törene katılacaktır.

XI): Kapanış Filmi ve Kapanış Sohbeti
Kapanış filmi Mehmet Çoban imzalı Günah Filmi: 32 yaşında Cemil bir roman yazmak için Istanbul’dan annesinin doğduğu köye gelir. Anneannesi ve dedesi yaşadığı sürece burada tatillerini geçirmiş, ancak uzun süredir de köye hiç uğramamıştır. Köyde gecenin karanlığında tuhaf ve kendisine açıklayamadığı olaylar yaşar. Bir gece bahçede yaşlı bir adamın çapa yaptığını duyar ve kim olduğunu anlamaya çalıştığında, adam kendisine “seni buraya hangi günah attı” diye sorar. Cemil sık sık geçmişine döner ve gençliğinde işlenen günahla yüzleşir.

Mehmet 1989 yılından 2001 yılına dek 12 yıl boyunca Batı Alman Televizyonunda (WDR) yapımcı ve yönetmen olarak televizyon programları ve belgeseller hazırladı. 2007’de 44 bölümlük Almanya’daki Türkleri konu edinen ilk sitcom projesi Importbraut (Import Gelin)’in yapım ve yönetmenliğini üstlendi. Mehmet Çoban filmini Nürnberg’de sunduktan sonra sinema sohbetine katılacaktır.

Basın için festival hakkında bilgi                             

Festivalin basın sayfası olan
http://www.fftd.net/presse/login.html
web adresinden tüm bilgilere ve filmlere ait resimlere ulaşabilirsiniz.
Aşağıdaki kullanıcı bilgileri ile giriş yapabilirsiniz:
Kullanıcı adı: FFTD2015
Kod: FFTD2015

Röportajlar için:
Festival misafirleri veya organizatörleri ile istenilen röportajlar Festival Bürosu tarafından düzenlenmektedir.
Tel: +49.911.929 6560
e-mail: info@fftd.net
Düzenleyenler                                                                                                     
Türkiye Almanya Film Festivali InterForum Kunst & Kultur e.V.  derneği tarafından Nürnberg Şehri KunstKulturQuartier (KuKuQ) kurumunun destekleriyle düzenlenmektedir.
Destekleyenler
Festivalin ana destekçileri
Nürnberg Şehir Belediyesi
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Tanıtma Fonu
Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı
Bavyera Ekonomi, Enerji, Teknoloji ve Medya Bakanlığı
Federal Almanya Hükümeti Kültür ve Medya Devlet Bakanlığı
ve
Türkiye Almanya Film Festivali Dostları festivalin en önemli maddi destekçileri arasındadır.
Sponsorlar
Bu yılki festivalin düzenlenmesine mali katkıda bulunan aşağıdaki destekçilere teşekkür ederiz:
SIEMENS sözünde durdu ve bu yıl da mali katkıda bulundu. Merkezi Nürnberg´de bulunan telekomünikasyon şirketi SIGOS festivali başladığı 1992 yılından beri desteklemektedir.
Festival hakkında daha geniş bilgi için bakınız: www.fftd.net.
 Basın ve görsel medya koordinatörü


•Festivali Almanya’dan federal hükümeti medya bakanlığı, Bavyera eyaleti medya bakanlığı, Türkiye’den de T.C. Kültür Bakanlığı ve T.C. Başbakanlık Tanıtım Fonu desteklemektedir.
•İki dilde yayınlanan Festival Kataloğu 11 Mart’ta yayınlanacak, festival gazetesinin dağıtımına başlandı.
•www.fftd.net İnternet sayfasında festivalle ilgili tüm bilgilere ulaşabilirsiniz.


Çiğdem Özdemir
eMail: info@fftd.net

fon: +49 911/929 190 58

Türk Alman Film Festivali açılışı “şen” geçti!

$
0
0
Almanya’nın Nürnberg şehrinden 20’incisi gerçekleştirilen “Türk-Alman Film Festivali” Cem Yılmaz ve Şener Şen’in seyirciyi şenlendirdiği bir gala ile başladı. Tafelhalle’ de gerçekleşen açılışta Şener Şen onur ödülünü, Cem Yılmaz’ın şenlikli ödülü takdim konuşmasından sonra Nürnberg Belediye Başkanı Ulrich Maly’ın elinden aldı. Uğur Yücel ise Alman sanatçı Hanna Schygulla’ya aşkını itiraf ettikten sonra ödülünü verdi. İki sanatçı sahnede kucaklaştı. Festival Başkanı Adil Kaya ve festival yönetmeni Ayten Akyıldız’ın organize ettiği 20. Nürnberg Türk-Alman Film festivalinde onur konuklarının haricinde, Nürnberg Başkonsolosu Asip Kaya, Federal Milletvekili CSU’lu Dağmar Wöhrl ve çok sayıda davetli hazır bulundu. Ödüller sonrası Şener Şen’in baş rolünü üstlendiği Eşkıya filmi gösterildi.

Şener Şen: Benden bu kadar!

$
0
0
Almanya'nın Nürnberg kentinde devam eden 20'nci Türk-Alman Film
Festivali kapsamında Onur Ödülü alan aktör Şener Şen ile Uğur Yücel festivalin ikinci gününde gösterilen 'Muhsin Bey' filminin ardından seyirci ile buluştu. Söyleşiyi Festival Başkanı Adil Kaya yönetti. Kaya, Şener Şen'e, 1992 yıllarında Türkiye'de seyirci sayısının 5-6 milyon olduğu halde bu rakamın son yıllarda 60 milyonu bulduğunu ve bu ilgiyi neye bağladıklarını sordu. Şen, Türkiye'nin hiçbir kurala girmediğini, farklı bir millet olduğumuzu belirterek "Türk insanı filmlerde kendine ait hikâyeler buluyor" dedi.


Uğur Yücel ise şöyle konuştu: "Amerikan filmleri görsel efektlere önem vererek, ilgiyi kendisine çekmeye çalışıyor, ama artık bu görselliği insanlarımız cep teflonlarında buluyor. Sinemaya giden filmin afişine bakarak cebimdeki 7 lirayı hangi filme versem diyor. Bakıyor komedi var, neşeli vakit geçirmek için o filme gidiyor. O zaman Türk halkı da komedi filmlerine rağbet ediyor."

Sinema ve tiyatronun toplumsal içerikli mesajlar vermesi gerektiğini söyleyen bir seyirci, "Sizi neden bu tür toplumsal içerikli olaylarda ve gösterilerde göremiyoruz" sorusunu yöneltince Şener Şen’in cevabı şöyle oldu: "Filmlerde sosyal içerikli mesajlar da var dediniz. Sonra dediniz ki; 'Yürüyüşlerde sizi görmüyoruz.’ Şimdi o kadar ayrı alanlar ki.
"Bir oyuncunun ödevi, yaptığı filmlere hayat görüşünü yansıtmaktır. Bilfiil politikanın içinde olma, siyasetin içinde olma başka bir alandır. Bunu da biz sadece eylem yapan, hayatta başka hiçbir şey yapmayan, güzel film sevdalısı olmayanlara bırakıyoruz.

20. Türk-Alman Film Festival için Nürnberg Belediyesi'nde görkemliresepsiyon

$
0
0
Almanya'nın Nürnberg kentinde gerçekleşen 20. Türkiye-Almanya Film festivali kapsamında Nürnberg Büyük Şehir Belediye'sinde sanatçılar onuruna resepsiyon verildi. Belediye tarihi salonunda gerçekleşen resepsiyonda Nürnberg Belediy Başkan Yardımcısı , Chrisüxtian Vogel ev sahipliği yaptı. TC Nürnberg Başkonsolosu Asip Kaya, TC Kültür Bakanlığı Sinema Genel Müdür Yardımcısı Ali Atlıhan, TC Başbakanlık Proje Uzmanı Efe Erdem, Festival Başkanı Adil Kaya yardımcısı Ersin Uğurlu ile yönetici Ayten Akyıldız, Elif Dağdeviren, Mehmet Günsür, Ömer Uğur, Nilüfer Açıkalın, Biket İlhan, Vedat Erincin, 
İdil Üner, Mathias Damm, Murat Düzgünoğlu, Tansu Biçer, Vuslat Saraçoğlu, M. Caner Alper, Sema Poyraz, Devin Özgür Çınar, Suavi Eren, Zeki Demirkubuz, Coşkun Çokyiğit hazır bulundu.

Resepsiyonda birer konuşma yapan Türk ve Alman konuşmacılar, sinemanın kaynaştıran etkinliği övdüler ve festivalin kentin kültürel yapısında etkin bir rol oynadığını vurguladılar. Resepsiyonda Erlangen'li Şaban Usta'nın hazırladığı Türk yiyecekleri, Tark Sineması kadar övgü aldı.

20. Türkiye/Almanya Film Festivali Ödülleri Verildi

$
0
0
13 Mart'ta Şener Şen'in sanatkarın siyasete ne kadar yaklaşması gerektiğine dair kısa ama etkili manifestosu ile Nürnberg'de başlayan 20. Türkiye Almanya Film Festivali, minik cüssesine rağmen zengin içeriği ve şöhretli konuklarıyla bir şenlik havasında sürdü ve bitti. 21 Mart akşamı Kültür Evi'nde gerçekleşen ödül töreninde, üç farklı jüri ve seyircilerin değişik kategorilerde layık bulduğu ödüller sahiplerine verildi. Törene TC Nürnberg Başkonsolosu Asip Kaya, TC Kültür Bakanlığı Sinema Genel Müdür Yardımcısı Ali Atlıhan, TC Başbakanlık Proje Uzmanı Efe Erdem, Festival Başkanı Adil Kaya yardımcısı Ersin Uğurlu ile yönetici Ayten Akyıldız, Elif Dağdeviren, Mehmet Günsür, Ömer Uğur, Nilüfer Açıkalın, Biket İlhan, Vedat Erincin, İdil Üner, Mathias Damm, Murat Düzgünoğlu, Tansu Biçer, Vuslat Saraçoğlu, M. Caner Alper, Mehmet Binay, Sema Poyraz, Devin Özgür Çınar, Suavi Eren, Zeki Demirkubuz ve Nürnberg Türk sinema severler katıldı. Tören açılışında bir konuşma yapan Başkonsolosu Asip Kaya, kapanışta ise Festival Başkanı Adil Kaya ile yönetici Ayten Akyıldız'a bir teşekkür belgesi sundu. 
Ödüller 

 TC Nürnberg Başkonsolosu
Asip Kaya
Uzun Metraj Film Yarışması Seçici Kurul üyeleri şu sanatçılardan oluşuyordu: Uwe Kockisch (Jüri Başkanı, Oyuncu, Madrid), Matthias Damm (Sinema Yöneticisi, Nürnberg), Mehmet Günsür (Oyuncu, Roma), Biket İlhan (Yönetmen, İstanbul), Marc Rensing (Yönetmen, Berlin), İdil Üner (Oyuncu, Berlin).

En İyi Film:Çekmeceler (Yön: Mehmet Binay ve Caner Alper).
En İyi Erkek Oyuncu: Tansu Biçer (Tarkovski Olamıyorum?).
En İyi Kadın Oyuncu: Ece Dizdar, Nilüfer Açıkalın ve Tilbe Saran (Çekmeceler filmindeki performansları için).
Jüri Özel Ödülü: Bir Varmış Bir Yokmuş (He Bû Tune Bû -  
Yön: Kazım Öz).
Öngören Ödülü: Wir sind jung. Wir sind stark (Genciz. Güçlüyüz – Yön: Burhan Qurbani).
20. Türkiye / Almaya Film Festivali seyirci ödülü: İçimdeki İnsan (Yöne: Aydın Sayman).

Kısa Film Ödülleri

Birincilik ödülü: Berfeşir (Yön: Serhat Karaaslan)
İkincilik ödülü: Sûret (Yön: Cüneyt Karakuş)
Üçüncülük ödülü: Bir Maç Günlüğü (Yön: Deniz Özden)

Ödül gerekçeleri 

Seçici Kurul’da oybirliğiyle alınan ödül gerekçeleri ise şöyle dile getirildi:

En İyi Film: Çekmeceler / Yönetmenler: Mehmet Binay ve Caner Alper; Seçici kurulun gerekçeli kararı: Toplumsal açıdan önemli, hassas, bir o kadar da evrensel bir konuyu güçlü bir sinema dili ve estetiğiyle, ustaca anlattığı için: en iyi film Çekmeceler.

En iyi erkek oyuncu: Tansu Biçer / Film: Neden Tarkovski Olamıyorum?; Seçici kurulun gerekçeli kararı: Oyuncu, minimalistik oyunu ile olağanüstü derecede duygusal bir yakınlık yaratıyor. Yaşam hayalini gerçekleştirmekte çaresizliğe düşen bir yönetmeni gerçekçi ve mizahi bir şekilde canlandırarak, film çekmenin arka planını tatlı sert bir dille anlatmayı başarıyor.

En iyi kadın oyuncu: Ece Dizdar, Tilbe Saran, Nilüfer Açıkalın / Film: Çekmeceler; Seçici kurulun gerekçeli kararı: Çeşitli katmanları olan üç farklı rolde, birbirini tamamlayarak ve güçlendirerek sergiledikleri başarılı takım performansından dolayı en iyi kadın oyuncu ödülü üç oyuncuya gidiyor: Ece Dizdar, Tilbe Saran ve Nilüfer Açıkalın

Jüri Özel Ödülü: He Bû Tune Bû (Bir Varmış Bir Yokmuş)       
Yönetmen: Kazım Öz / Seçici kurulun gerekçeli kararı: Yönetmen Kazım Öz sanat anlayışını şöyle vurguluyor: Günümüzde devam eden keskin sınıf çelişkileri, yeni sömürgecilik yöntemleri ve insanın ürettiklerine ve tükettiklerine yabancılaşmasına karşı sanat, insanlığın vicdanı olmaya devam etmektedir. Seçici Kurul “He Bû Tune Bû (Bir Varmış Bir Yokmuş“ filmiyle sanatın insanlığın vicdanı olabileceğini çok iyi bir şekilde gösterdiği için Kazım Öz’e Jüri Özel Ödülü verilmiştir.

Öngören Ödülü

Frank Becher, Selim Çelebi, Monika Ott, Michael Popp, Ersin Uğurlu’dan oluşan jüri, Türkiye / Almanya Film Festivali, İnsan Hakları ve Demokrasi adına Mahmut Tali Öngören Ödülü’nü oybirliği ile Wir sind jung. Wir sind stark. (Genciz, Güçlüyüz - Yön: Burhan Qurbani) filmine verme kararı gerekçesini şöyle açıkladı: Öngören Ödülü‘nü bu yıl Burhan Qurbani’nin dramaturjisi ile öne çıkan Wir sind jung. Wir sind stark. (Genciz. Güçlüyüz.) adlı filmine takdim etmeye karar verdik. Film teması ile çok sert ve etkili. 1992 yılında Rostock-Lichtenhagen’de mülteci kampına yapılan ırkçı saldırıyı anlatan filmde, Almanya’nın Doğu’sunda duvarın yıkılması ile birlikte, perspektifsizliğin, öfke ve saldırganlığı tetiklediğini ve insanların kendilerine düşman imgesi ve kurban aradığını ve bu arayışın sonunda şiddetli taşkınlıklara yol açtığını göz önüne seriyor: Öfkeli bir kitlenin yaygarası altında, bir grup ırkçı genç harekete geçerek, Molotov kokteylleri ile Asyalı mülteci ailelerinin konutlarını ateşe verir ve insanların ölümünü de göze alır. Film bizi sarsmalı: sözde güvenliğimizin ve hümanist insan imgemizin – özellikle de insan haklarının – Almanya’da da süratle tehlikeye girebildiğini gösterdiği için.

Kısa Film Yarışması 

Kısa Film Jürisi: Sema Poyraz (Baskan, Oyuncu), Devin Özgür Çınar (Oyuncu, İstanbul), Grzegorz Muskala (Yönetmen, Berlin), Tibor Baumann (Yönetmen, Nürnberg).

En iyi kısa film: Berfeşir (Yön: Serhat Karaaslan) Seçici kurul gerekçeli kararı: Her türlü güç yapısına direnerek Kürt bir erkek çocuğu, köyünde arkadaşları ve karizmatik dondurma satıcının kışkırtmaları ile cesurca ve azimle hedefine ulaşmak için savaşıyor: bir külah dondurma için!
Bu küçük gibi görünen hikâye son derece önemli olan direnişçi ruhun sembolü olarak karşımıza çıkıyor.

İkincilik Ödülü: Sûret (Yön: Cüneyt Karakuş): Seçici kurul gerekçeli kararı: Durum komedisi ve gündelik hayatın incelikli anlatımı arasında filmin ana karakteri makineleşerek yozlaşmaktadır. Sade yöntemlerle, annesi ile yaşayan adamın, bir kadınla konuşma, hatta herhangi bir iletişime geçme çabasının başarısızlıkla sonuçlanmasını, sürekli tekrarlanan fakat değişken görsel kompozisyonlar ve semboller ile anlatılıyor. Şemsiyelerin değişen renkleri, özellikle de sarı rengi bu filmde ana karakterin duygusal durumunu sembolize ediyor.

Üçüncülük Ödülü: Bir Maç Günlüğü (Yön: Deniz Özden): Seçici kurul gerekçeli kararı: Filmde, tek açı kullanılarak iki birbirinden çok farklı ve ayrı gibi görünen olay arasında bağlantı kuruluyor. Ön planda maç heyecanı yaşanırken, arka planda, filmin son dakikalarında direniş başlıyor – fanatik futbol seyircilerinden habersiz. Film, çoğunluğun siyasi çalkantılara kayıtsız kalışını trajikomik bir şekilde göz önüne seriyor.

34. İSTANBUL FİLM FESTİVALİ 4 NİSAN CUMARTESİ GÜNÜ BAŞLIYOR

$
0
0
İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından on birinci kez AKBANK sponsorluğunda düzenlenen 34. İstanbul Film Festivali 4 Nisan’da başlıyor. Programın açıklanmasından bu yana şehrin gözü festivalde. 19 Nisan’a kadar 200’ü aşkın filmi izleyicilerle buluşturacak, 16 gün boyunca sinema dünyasından önemli konukları İstanbul’da ağırlayacak olan festival bu yıl da dopdolu bir program sunuyor. 

Her yıl merakla beklenen programıyla sinemaseverlerin gözdesi olan 34. İstanbul Film Festivali, 
3 Nisan Cuma akşamı Lütfü Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı’nda yapılacak açılış töreniyle başlayacak. Tören aynı zamanda CNN Türk'ten canlı yayınlanacak. 34. İstanbul Film Festivali açılış töreninin hemen ardından Ernesto Daranas Serrano'nun yönettiği, festival kapsamında Dünya Festivalleri bölümünde izlenebilecek 
Conducta / Behavior / Hal ve Gidiş açılış filmi olarak gösterilecek. 

Festival heyecanı Kadıköy’de

İstanbul Film Festivali, Kadıköy’de Rexx sinemasının 2 salonunda yapacağı film gösterimlerinin yanı sıra festival coşkusunu Kadıköy sokaklarına da taşıyacak. İstanbul Film Festivali ve Fil’m Hafızası, sinefilleri 4 Nisan Cumartesi akşamı 18.00’den itibaren Kadıköy’de bir araya getirecek. Dunia, Stereogun, Lâl, Masal Evi, Liman Kahvesi, Flu, Trip ve Hera olmak üzere 8 mekâna yayılacak partiye katılım ücretsiz. 

Festivalin ilk hafta etkinlikleri 

34. İstanbul Film Festivali, sinemaseverlere filmleriyle olduğu kadar etkinlikleriyle de yoğun bir program sunuyor. Festival kapsamında ücretsiz sinema dersleri ve söyleşiler de düzenlenecek. Etkinliklerle ilgili ayrıntılı bilgilere film.iksv.org adresinden, festival mekânlarındaki etkinlik föylerinden ve sosyal medya kanallarımızdan ulaşabilirsiniz. 

Film Gösterimi ve Sinema Dersi: 
Reha Erdem & “Kosmos”–Film Gösterimi ve Sinema Dersi 
8 Nisan Çarşamba, 14.00 Film Gösterimi, 16.30 Sinema Dersi, Akbank Sanat
İstanbul Film Festivali kapsamındaki bu özel buluşmada, önce Reha Erdem’in 2009’da Hayat Var ile kazandığı FIPRESCI Ödülü ve Anadolu Efes’in yapım desteği ile çekilen Kosmos (2010) filmi gösterilecek. Ardından Reha Erdem sinemasını, esin kaynaklarını, filmlerinde kurduğu zaman-mekân-insan ilişkisini ve sinemada anlam yaratmayı, heyecan vermeyi anlatacak. 

Söyleşi:
Sinematek’in Kuruluşunun 50. Yıldönümü
9 Nisan Perşembe 16.00, İstanbul Modern Sinema
Bu söyleşide sinemaseverler, kuruluşunun 50., kurucularından Onat Kutlar’ın aramızdan ayrılışınınsa 
20. yıldönümünde efsane sinema kurumu Sinematek’i içindekilerden; Onat Kutlar’ı en yakınlarından, Türkiye sinema tarihinin en hareketli dönemlerinden birine tanık olanlardan dinleme fırsatı bulacak. Hülya Uçansu moderatörlüğünde yapılacak söyleşide Cevat Çapan, Atilla Dorsay, Zeynep Oral, Vecdi Sayar, Jak Şalom konuşmacı olarak yer alacak. 

Festival biletleri 

34. İstanbul Film Festivali biletleri, Biletix satış kanalları ile Atlas ve Rexx sinemalarındaki ana gişelerden temin edilebiliyor. Biletler festival boyunca tüm festival sinemalarından da alınabilecek. Hafta içi gündüz seanslarındaki indirimli bilet uygulaması bu yıl da devam edecek. Tüm salonlardaki gösterimlerin hafta içi 11.00, 13.30 ve 16.00 seansları yalnızca 5 TL olacak. Tüm biletleri %10 indirimli alabilmek için son gün 4 Nisan Cuma. 

Lale üyeleri biletlerini %25’e varan özel indirimlerle temin edebiliyor. Festival Sponsoru Akbank’ın Axess Kart sahipleri de, festival boyunca hafta içi gündüz seansları haricinde satın alacakları biletlerde %20 özel indirimden yararlanabilecek. 

İstanbul Film Festivali hakkında ayrıntılı bilgi için: film.iksv.org

İstanbul Film Festivali’ni sosyal medyada takip etmek için: 
facebook.com/istanbulfilmfestivali
twitter.com/ist_filmfest
instagram.com/istfilmfest
istfilmfest.tumblr.com
youtube.com/iksvistanbul
#istfilmfest15 

ÇOCUKLAR

$
0
0
Birdenbire sever çocuklar
Baharda açan badem çiçekleri gibi

Yağmurun yağacağını
Rüzgarın eseceğini
Aynanın küseceğini
Güneşin yakacağını bilmeden
Birden bire severler de
Sevmeyi yavaş yavaş unuturlar

Birdenbire büyümez çocuklar
Birdenbire severler
Zeytin ağaçları gibi çiçek açtıklarında
Sevgiyi yeniden öğrenir çocuklar

HASRET

$
0
0
Etrafıma tuğla diye insan dizseler:
Sensizlik bulur beni, içimde gezer.

Gitmesen olmaz mı

$
0
0
Solgun yüzünde bir uçuk tebessüm
Ayrılık vaktinde şafak sökerken
Uzun güne karşı koyamaz göğsüm
Gitmesen olmaz mı? 
                                           Daha çok erken...

Bekle biraz ne olur! Ezan okunsun.
Güneş usulcacık tüle dokunsun.
Söyle: neden mahmur, baygın, mahzunsun?
Gitmesen olmaz mı? 
                                          Çok da yorgunsun.

Bir saat çalacak komşu bir evde,  
Kumrular uyanıp bir yakın yerde,
Kuşlar ötecek pencerelerde...
Akşama yeniden geleceksen de; 

                                          Gitmesen olmaz mı?

Mustafa Polat: Âşıktı, Şairdi ve Dosttu...

$
0
0
Şair Mustafa Polat
Genç yaşta aramızdan ayrılan şair yazar ve edebiyatçı Mustafa Polat ölümünün 30. yılı münasebetiyle ilk defa ESKADER’in düzenlediği Bâbıâli Sohbetleri’nde yâd edildi. En yakın dostları ve ailesi, duygulandıran konuşmalarında, Polat’ın kısa hayatı boyunca hafızalardan silinmeyecek derecede örnek bir şahsiyet olduğunu belirttiler. Edebiyat Sanat ve Kültür Araştırmaları Derneği’nin (ESKADER) her hafta Timaş Kitap Kahve’de düzenlediği Bâbıâli Sohbetleri’nde bu hafta genç yaşta Hakk’a yürüyen şair yazar ve edebiyatçı Mustafa Polat anıldı. Ölümünün 30. yılında yâd edilen ve yakın çevresi tarafından müstesna bir kişilik olduğu vurgulanan Polat’ı programda anlatan kalabalık konuşmacı grubu ve onları dinleyen misafirler, duygulu anlar yaşadılar ve muhabbetle yâd ettiler. Birlikte aynı sofrada oturduğu, çalıştığı ve zamanının büyük bir kısmını birlikte geçirdiği yakın dostlarından Mehmet Ali Bulut, İlhan Öztin, Coşkun Çokyiğit, Cemil Ertonga, Şeref Oğuz, Latif Salihoğlu, Abdullah Eraçıkbaş, Muammer Erkul, Ali Hakkoymaz, Hanifi Kayan’ın yanı sıra annesi Türkân Polat hanımefendi ile kardeşi Nedim Polat, Mustafa Polat’ın benzersiz vasıflarını, bilinmeyen yönlerini anlattılar. Programda daha önce okuyucu ile buluşmamış şiirlerinin kitaplaşması ve kendisi için bir anma kitabı hazırlanması konusunda bir an önce adım atılması gerektiği vurgulandı.

ŞİİRLERİ KİTAPLAŞTIRILMALI

Programın açılış konuşmasını gerçekleştiren ve toplantıyı yöneten ESKADER Kurucu Başkanı, edebiyatçı yazar Mehmet Nuri Yardım, Mustafa Polat’ın ardından güzel hâtıralar ve muhabbet bıraktığını ifade ederek, bu güne kadar böyle bir toplantının yapılmadığını, bundan sonra daha sık hatırlanması için örnek bir toplantı olmasını dilediğini belirtti. “Mustafa Polat’ı bundan sonra hiç unutmayacağımıza inanıyorum.” diyen Yardım, yakın tarihte Sefa Kaplan’ın okuyucu ile buluşacak olan Oğuz Atay kitabında Mustafa Polat’tan bahsettiğinin de vurgusunu yaptı. Bir dönem Mustafa Polat ile aynı evde yaşadıklarını kaydeden Mehmet Nuri Yardım, Polat’ın vefatının fakülte hocalarını da çok üzdüğünü belirterek, “Eminim ömrü vefa etseydi, şimdi bir üniversitede profesör olarak kendinden sonraki nesillere ve bizlere büyük faydaları dokunacaktı.” dedi.  Mevcut şiirlerinden bir kitap oluşturulması ve en kısa zamanda yayımlanması konusunda acele edilmesi gerektiğini söyleyen Yardım, yakın dostları olarak bir anma kitabı derlenmesi gerektiğinin de altını çizdi.

HAKİKİ BİR ŞAİRDİ

İlk sözü alan gazeteci yazar Mehmet Ali Bulut, Mustafa Polat’la kısa da olsa bir dönem ağabey kardeş kadar yakın olduklarını söyleyerek, geçirdikleri zaman dahilinde gülümseten hoş hâtıralarına yer vererek şunları söyledi:
“Oturduğumuz ev bütün dostlara açık, tekke gibi evdi. O ev için sık sık söylediği bir cümle vardı: ‘Buraya gelen ermişler sapıtır, sapıtanlar erer.’ Bunu saplantılı ve sabit fikirli insanlardan pek haz etmediği için söylerdi. Hakiki bir şairdi. Gidişi ile müthiş bir acı yaşadım. Onunla öyle çok hâtıram vardır ki, yazdığım Derviş ve Zinha romanında onu ikinci kahraman yaptım. Bir gönül dostuydu.”

Gazeteci yazar İlhan Öztin, Mustafa Polat’ı çok sevdiğini dile getirerek İstanbul’a ilk geldiğinde kalacağı medresede gördüğü ilk günden itibaren yakın dostluklarının başladığını ifade etti. “Onunla ilk kucaklaşmamızda dostluğu meydana getiren o akış yaşanmıştı. Babamı erken yaşta kaybetmiş biri olarak Mustafa’yı kaybedişim ölümün acısı ile tanıştırdı beni.” diyen Öztin, bu kaybedişin acısını uzun süre üzerinden atamadığını belirtti.

ÂŞIKTI, ŞAİRDİ VE DOSTTU

Gazeteci yazar Coşkun Çokyiğit, aynı evde kaldığı Mustafa Polat’ın vefatının nasıl gerçekleştiğini anlatarak, büyük bir şok yaşadığını ve bu şokun etkisinden uzun süre kurtulamadığını anlattı. “Gülümsemesini, arkadaşlığı, sevmeyi bilen bir insandı. Onunla ev arkadaşıydık. Ölümüyle yaşadığım travmayı üzerimden çok zor attım. Bir Ramazan günü vefat etmişti. Eve geldiğinde cenazesi ile karşılaşmıştım. O anı hiç unutamıyorum. Âşıktı, şairdi, dosttu. Ona bir şey anlattığınızda mutlaka rahatladığınızı hissederdiniz.” diyen Çokyiğit, en stresli olduğu zamanlarda edebiyat şiir üzerine yaptıkları sohbetlerle rahatladıklarını, bu sohbetlerin kendisine çok şey kazandırdığını ifade etti. Polat’ın kitaba düşkünlüğünden de bahseden Çokyiğit, “O yaşta ciddi bir kütüphaneye sahipti. O kütüphaneyi gördüğümde onun okumadaki ve fikri derinliğini anlamış, ona daha çok saygı duymuştum.” dedi.

“HİÇ ANILMAYACAĞINI SANIYORDUM”

Yine bir dönem Mustafa Polat ile ev arkadaşlığı yapmış olan Cemil Ertonga, gülümseten birçok hâtırasını naklettiği konuşmasında, Polat’ın ruhu büyük bir insan olduğunu kaydetti. “Ali Hakkoymaz ve Mustafa Polat ile 12 Eylül’ün ardından siyasî bakış açımda bir karmaşa yaşadığım bir dönemde aynı evde kalmaya başladım. Bu bir arkadaşlık bana çok şey öğretti. Onlardan yaşça küçüktüm ancak üçümüz de kitap âşığıydık. Bu yüzden çok defa parasız kalırdık.” diyen Ertonga, Mustafa Polat’ın herkese nüktedan bakan bir insan ve gerçek bir edebiyatçı olduğunu vurguladı. Sabah gazetesi yazarı Şeref Oğuz, Mustafa Polat ile Tercüman gazetesinde bir arada çalıştıklarını anlatarak “Kâğıtlarımın kenarına şiirler yazardı. Bende birçok fotoğrafı var. En kısa zamanda bunları derlemek ve yakın dostları ile paylaşmak istiyorum.” dedi. Anne ve babasının Eyüp Mezarlığı’nda Mustafa Polat’a komşu olduklarını söyleyen Oğuz, Eyüp’ten her geçişte üçünü aynı anda hatırladığını ifade etti. Mustafa Polat için böyle bir toplantı düzenlenmesi yönünde hiçbir umudu olmadığını belirten Şeref Oğuz, bu toplantı için mutlu olduğunu söyledi.

GÖK HEKİMİYDİ

Yeni Asya gazetesinden Latif Salihoğlu, Mustafa Polat’ın ilk gençlik arkadaşı olduğunu söyleyerek, tanışmalarını ve Malatya günlerini anlattı. Kendisi anarşiye meylederken Polat ile tanışmasının bu fikrini değiştirdiğini anlatan Salihoğlu, “Ensar ruhu ile benim gibi bir muhacire sahip çıkması çok anlamlıydı. Ona çok şey borçluyum.” dedi. Sonraki yıllarda İstanbul’a geldikten sonra da görüştüklerini kaydeden Latif Salihoğlu, gencecik yaşında Tercüman gazetesinde “Elveda Rumeli” başlıklı geniş yazı dizisini hazırlayabilecek ehliyette olmasının çok önemli olduğuna dikkat çekti. Yeni Asya yazarlarından Abdullah Eraçıkbaş, Mustafa Polat’ın genç yaşta vefat etmesine rağmen iz bıraktığını belirterek, “Adı ile benzerlik Taşıyan Mustafa Nezihi Polat da genç yaşta vefat etmişti. Bu yüzden kaderleri de benziyor. Eyüp Mezarlığı’nda da birbirlerine komşu olarak yatıyorlar. Ne zaman evine gitsem kitaplardan adım atacak yer bulamazdım. O bir gök ekindi.” dedi.

KİTAP ÂŞIĞI

Yazar ve çizer Muammer Erkul, genç yaşlardayken erken ölümün endişesini taşıdıklarını ve tam bunları düşünürken Mustafa Polat’ın vefatı ile büyük bir şaşkınlık ve yıkım yaşadığını anlattı. “Onun vefatını duyduğum anı bir daha yaşamak istemem. Büyük bir şoktu. Bütün arkadaşlar çok sarsıldık. Çok yakışıklı bir insandı. Çok zeki bakan insanın içini okuyan bakışları vardı. Nişanlısı Ayfer Hanım, onun ardından başka birini sevmedi ve kanser yüzünden vefat etti.” diyen Muammer Erkul, Mustafa Polat’ın bir Ramazan günü doğmuş ve ölmüş olmasının da enteresan bir kesişme olduğunu kaydetti. Şair ve yazar Ali Hakkoymaz, Mustafa Polat’ın nitelikli insanlarla birlikte olmayı yeğlediğini, yaşarken de övgüyü hak eden insanlardan olduğunu ifade etti. “Onun varlığı 30 yıldır, içimde bir çığlık, bir ağıt.” diyen Hakkoymaz, birlikte aynı evde yaşadıkları acı tatlı hâtıralara dair kaleme almış olduğu şiirini seslendirdi ve Mustafa Polat’ın felsefesinin kimseyi kırmamak olduğunun altını çizdi. Cağaloğlu’ndaki Kubbealtı Fotokopi’nin sahibi Hanifi Kayan, Mustafa Polat ile tanıştığı yıllarda Beyazıt Meydanı’nda eski kitap sergisi olduğunu ve Polat’ın bu sergiyi sık sık ziyaret eden bir kitap âşığı olduğunu vurguladı. “Yıllar boyu kitaplarla haşir neşir olduk. Onun öldüğüne hâlâ inanamıyorum.” diyen Kayan, hayatının unutulmaz insanlarından biri olduğunu kaydetti.

GÜZEL BİR HAYATA GÜZEL BİR ÖLÜM

Son konuşmacılardan Mustafa Polat’ın kardeşi Nedim Polat duygulu anlar yaşayarak konuşmakta oldukça zorlandı. Ağabeyi dershanelerde kaldığı için kendisiyle çok uzun yıllar bir arada olamadığını anlatan Nedim Polat, “Uzak şehirlerde olmamızdan dolayı ölüm haberini gazete ilanından öğrenmiştim. Benim için büyük bir yıkımdı.” dedi. Son sözü alan annesi Türkan Polat, Mustafa Polat’ın yaşadığı kısa hayatında İslâmî prensiplerden hiçbir şart içinde  taviz vermediğini, Mustafa’nın Hakk nazarında güzel bir yerde olduğuna inandığını belirtti. İstanbul’a ziyarete geldiği zamanlarda öğrencilik dönemlerinde kitaplara olan düşkünlüğünden yiyip içmesine dikkat etmediğine şahit olduğunu ve bunun kendisini üzdüğünü anlatan Türkan Polat, geriye çok güzel izler ve hâtıralar bırakmış olmasından dolayı mutlu olduğunu ve onu kaybettiği için hiçbir zaman kahırlanmadığını, tevekkülle sabır gösterdiğini ifade ederek “Böyle güzel hâtıralarını dinleyebildiğim bir toplantı düzenlediği için ESKADER’e teşekkürlerimi sunarım. Beni çok mutlu ettiniz.” dedi.

Büyük bir coşku, hüzün ve neşe içinde geçen ve iki saat boyunca dikkatle takip edilen program sonunda Mithat Damar Hoca, bir aşrı-ı şerif okudu ve hâtıra fotoğrafları çekildi.

Elif Sönmezışık (Sanatalemi.net)
Viewing all 176 articles
Browse latest View live